10 Aralık 2007

Sözlerini bilmediğim halde söylediğim şarkılar

Sessizlik bazen şarkı söylememekten olur bazen de yeni doğan güne söylenecek şarkının olmamasından

Gece çöktükten sonra çaresizsiniz: Elinizde yalnızlıktan başka bir şey kalmaz. Bir iki ses daha duyulur, sonra bir bakmışsınız onlar da kesilmiş. İşte o an bir korku kaplar içinizi, o korku hiçlikten çıkan bir korku mudur, bırakalım bunu Heidegger konuşsun, ama çok iyi bilirsiniz ki, ne kadar basit ve yalın bir adam olursanız olun sizin de bir vasiyetiniz vardır öldükten sonraki dünyayı biçimlendirmek için. Ve her ne kadar yaşarken dünyayı değiştirmekten aciz olduğumuz halde birilerine bir vasiyet bırakıp arkamızdan bizim beceriksizliklerimizi kapatmalarını istiyorsak da, bu bizim kibirimiz değil kusurumuzdandır -- Değil mi ki faniyiz, insanız; o halde yerle bir etmeliyiz kendimizi. Neticede kimseye kendi cenaze törenine iştirak etmek nasip olmayacak, o zaman hayatın kendisini kabir azabına çevirerek başlayalım işe...

Ne dersiniz, hoş olmaz mı?

Yarın yada başka bir gün, sabah erkenden kalkıp işe / okula / sevgilinizin yanına gideceksiniz. Gittiğiniz yerdeki insanlar elbette sizin en az bir özelliğinizi beğenmeyecekler. Gül kokan ananız bile "yemek yedikten sonra bulaşıkları yıkamamazlık etme, e mi oğlum?" diye nasihat vermiyor mu size....

Kendinizde beğendiğiniz bir çok özelliği başkalarının beğenmediğini fark edeceksiniz. Prensipleri olan adama acıyan filozof gibi, ben de tercihler yapan adama acıyorum işte: Senin sokakta attığın adım bile, başkalarının adımlarının yanıda "sürünerek ilerlemek" gibi kalıyor.

Sen zavallı kaybeden, üstüne ne giysen, saçına hangi jöleyi sürsen, koltukaltına hangi parfümü sıkarsan sık, sen ezilmiş yitik, sen asla onların beğenisine nail olamazsın.

İşte bu idraktır bizi vasiyetlere sığınmaya iten.

Bu dünyada ne yaparsak yapalım, dünyanın inadı inattır, kıçı da iki kanattır. Seni asla sevmez. Sen günahkarsındır daha doğuşunda, gerçekten de dünyadaki insanların yarısına tekabül eden bir nüfus, günahlarından arınmak için daha doğduklarında meshedilerek yıkanıyorlar. Sen onların arasına karışıyorsun işte, dini akidende meshile vaftiz edilmek olmasa da kusurlu ve günahlı kabul ediliyorsun.

Toplumun ne dışına atılıyorsun bütün bütün, ne de istediğin adam olabiliyorsun.

Seni seven arkadaşlarına gerektiği gibi ilgi gösteremiyorsun. İstemeden onlardan uzaklaşıyorsun, kendini haklı çıkaracak bahaneler de buluyorsun bu ayrılıklar için. Ya da bazen arkadaşlarından birini biraz fazla sevdiğini sandığın için, onun sevme dediği birini sen de sevmiyorsun, ne büyük kişiliksizlik.

İtiraf et, ben de bunu yaptım, öyleyse sen de yapmışsındır. Ben, sevgi dolu benken, üç kuşaktır aile namı "hoşgör" olan benken bunu yaptıysam, sen kim bilir ne pisliklere batmışsındır. Günahkarsın, zavallısın, aşağsın, bayağısın !!!

Oysa senin sevmekten ödün verdiklerin kimi zaman seni gerçekten sevmiş de olabilirler. Bunu anladığında, bunu fark ettiğinde yıkılırsın işte --- ben yıkıldıysam sen de yıkılırsın.

Hayatta kimse seni olduğun gibi, bütünlüğünde sevmemişken, en çok onlar sana tahammül edebilmiş, en çok onlar seni gerçeğe en yakın nisbette sevmiştir. Sen tam hödük olduğun için anlayamazsın, anladığın zaman kendine itiraf edemezsin zaten. Sen onları görmezden gelirsin, sonun da terkedersin.

(Terk edişler kimi zaman sevgisizlikten, kimi zaman aşırı sevgiden olur. Benimkisi hiç birisiydi, ben başka insanları terk edebilmek için beni seven insanları da terk ettim. İşin kötü tarafı, asıl terk etmek istediklerimden ayırlabilmek için, beni sevenleri de rahatça bırakıp gidebilmem gerektiğinden, kendimi onların beni sevmiyor olabileceklerine inandırdım. Gerçi, ben bütün bu duygusal süreçlerden geçerken iyice ortaya çıktı ki, ben duyguları üstünde çok düşünen, çok kafa patlatan bir geri zekalayım, o adamlar da diskolarda meyve kokteyli içerek sarhoş oldukları eğlence gecelerinin fotoğraflarını facebook'a koyuyorlar. Ancak sonuç şu: Ben her şeyi kafamda kuruyor, sevmek yada sevmemek üstüne kesin sınırlar belirleyip ölesiye ve öldüresi katı pozisyonlar alırken, insanlar seviyor, sevişiyor, koklaşıyor, neticede ben herkese her zaman sevgi dolu olduğumu söylüyorum ancak bu sevgiyi yöneletecek bir sevgi nesnesi bulmaya geldiğinde iş, orada biraz kısa devre oluyorum. İşte benim sevgi dolu olduğum argümanı da bu yüzden koca bir palavra oluyor.)

Terk ettiklerin neticede seni severler yada sevmezler. Bunu asla bilemezsin. Yine de tek bildiğin şudur: Seni bu dünyada anan bile olduğun gibi sevmezken, dostların / sevgililerin bile aslında sana en çok tahammül edebilirken, seni olduğun gibi seven tek bir yer vardır. O da seni olduğun gibi yaratandır.

Yaradandır.

Seni bir tek Tanrı olduğun gibi sever. Günahları aslında ona karşı değil,, dünyaya karşı işlersin - Ve günahkar olmaktan başka alternatifin yok gibidir de. Sen seni asıl sevene dönebilmek, kusursuzca dönebilmek için uğraşır didinirsin, ve işte onun için bu kadar önemlidir öldükten sonra dünyanın ne halde olacağıyla ilgilenmek.

İşte bunun için önemlidir birilerine miras bırakmak.

Hayat boyu yaptığın bütün o şeyler, sadece hayatını sürdürebilmek içindir, çile içinde çiledir hepsi. Oysa bir tek mirasındır seni sen yapan ve milyonlarca yıl geçse bile yeni kuşaklara kendini anlatabileceğin yok.

Bugün bir kadının sevgisini ve güvenini kazanamazsın, hatta sana tahammül etmesini bile sağlayamazsın. Çok istediğin işi alamazsın. Yılda 2 hafta tatil hakkında dilediğin gibi dinlenemez, haftasonları arkadaşlarına vaad ettiğin kadar eğlenemezsin.

Ama ölünce öyle bir vasiyet bırakmalısındır ki, ne kadar eğilip bükülürse bükülsün seni anlatabilmelidir insanlara ve dünyaya.

İşte bunun içindir yaşamak, göğüs gerdiğimiz çileler, içinde sudan çıkmış balık gibi koşturduğumuz hayat mücadelesi bunun içindir: En büyük ve en anlamlı vasiyeyi bırakabilmek için. Çünkü ölünce zaten seni seven varlığa nihayet kavuşacaksındır. Ama arkada bıraktığın bu dünya da seni olduğun gibi bir zavallı saymamalıdır.

Benim dinden, kültürden, hayattan, aşktan, siyasetten, memleketten... Kısaca dünyadan anladığım da sadece budur. Belki de bu, şimdiye kadar ki en "elle tutulur" gündelik hayat teorimdir.

Doğruluğunu sınama şansı ise sizin elinizde.

3 yorum:

omer.erdem dedi ki...

"günlük hayat teorileri" nde en iyisi bumuydu ne; yoksa ben çok mu dibe battım bu aralar.

Serhat Öztürk dedi ki...

batma o kadar, kurtuluş yada yeniden doğuş senaryolarına hazır ol ömerim

dalga dalga yükselsene
sen gittiğin yerden
eğer orayı sevdiysen
sular soğuk güneş ılıksa
balığın yanında rakı serbestse
güzel kızlar mühim değil belki
ama mühim kızlar güzelse

evet öyleyse o gittiğin yer
dalga dalga yükselsene
battım diyorsun sen ama
benim de yanına gelmem için
bana da bir ses versene...

omer.erdem dedi ki...

miiii! :) ah şu geyikte olmasa...

ama bitanesin lan, lamı cimi yok..

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası