“Dünya kötü değil, insan zayıf.” Basit bir laf. Bir çırpıda
söyleniveriyor, o yönden de basit. Bu lafı bulması yahut uydurması da çok zor
olmasa gerek. Elli bin senelik kollektif bilinçten akıp geliyor. Bir kadim
felsefe ki; derinliği olduğunu sorgulamak için Huxley’nin LSD’li kafasına [1] da
sahip olmak gerekmiyor. Basitliğinden bahsederken, şunu da belirtelim, yalın ve
sadeliği kadar, dolaşıksızlığı ve “primitifliği” de kastediyorum. Ama çoğu
zaman olduğunun aksine, olumsuz anıştırmaları akla getirmeksizin...
Dün akşam, bir süredir her Pazartesi akşamı olduğu gibi,
televizyon izledim. Sıcağı sıcağına blog’un başına oturuverdim hemen. Çünkü,
bir çok okurun bilemeyeceği bir şey yaraladı beni: İlk prova!
İlk prova derken, gazetedeki ilk prova... “Bilgisayara çıkmayacak
bu gazete, kağıt üstünde bir görelim hele” demek, A3’e sayfanın siyah beyaz ilk
provasını basıp karşısına geçmek... Bunlar, gazetede/dergide/yayınevinde
çalışmamış kimseleri ne kadar etkiler, orasını bilmem. Koca koca adamların
“kağıt üzerinde görmeden karar veremedikleri halde” yine de kendilerine
“gazeteci” demeleri de ironiktir zaten ama...
Yaraladı beni. Bilhassa da Nâzım’ın “... bana layık patron
da bu ülkede yok...” demesi çok yaraladı. Birilerinin kendi vasatlıklarını
meşru kılabilmek için, seri bir biçimde vasatlık ürettiği; vasat satanın iyi
satıcı, vasat alanın da bilinçli tüketici olarak kıymet gördüğü bir çağda; yani
bu çağda... Vasat editörlerin, beni olduğu gibi belki sizi de, kendinizden
şüphe etmeye sevk ettiği olmuştur, bilinmez.
Olduysa da olmadıysa da... “Dünya kötü değil, insan zayıf”
dedikten sonra, bilemedim ki ben, kendi emeğinden şüphe etmeyen Nâzım’ın
ayırdına vardığı “bana layık patron yok” önermesinin de mi, acaba içi boş?!
Çünkü; bana oldu. Kendimden şüphe ettirdiler. Düzenli olarak da ettirmeye devam
ediyorlar zaten. Ama böyle sudan sebeplerle hatırlıyorum bazen, şüphe edilmesi
gereken şeyin, “Vasatlık Üretim A.Ş.” adına çalışanlar olduğunu. Onların
hakikatinin şüpheye değer ve onların erdeminin müphem olduğu, onların sadakatlarinin
kaypak ve onların dürüstlüklerinin çok “ucuz” olduğunu...
O zaman, Nâzım’ın bana da bir cevap borcu yok mu? Neresi
kötü değil bu dünyanın; ve nerede, bu tekasürün deveranına gark olmamaya karar
veren, benim zayıflığım. Allah aşkına söyle Nâzım Burak!
Notlar:
[1] Huxley ve dumanlı kafa yakıştırması, okuyucumu rahatsız etmesin diye kısa bir açıklama yazdım, bir zahmet onu da okursanız memnun olurum...
Notlar:
[1] Huxley ve dumanlı kafa yakıştırması, okuyucumu rahatsız etmesin diye kısa bir açıklama yazdım, bir zahmet onu da okursanız memnun olurum...