10 Kasım 2006

Pekiyi, "barış" kaç yüzyıllık bir projedir?

Bir grup insan tarafından, bugün, resmen görmezden gelinen bir gün olsa gerektir. Öte yandan benim için ise asla değinmeden geçilemeyecek bir gündür. (Bütün bir hayat görecelidir o halde! Yine en başa dönüyoruz. Yine o Antik Grek dönemlerine dönüyoruz durmadan.)

Düşmanca fikirlerin başlamasının kronolojisi tutulamaz; bu konuda bize verilen en güvenilir kaynağın, ilk insan Adem'in oğulları arasındaki kıskançlık cinayeti olması bunun ispatıdır: Varlığına dair kanıtlar sadece kutsal kitaplardan bulunduğu gibi, Adem, Habil, Kabil gibi isimlerin de "metafor" olarak kullanıldığına ilişkin teolojik çalışmalara da raslamak mümkündür.

Öte yandan, tamahkâr insanın özbenliği için yapmayacağı şeyler olduğunu da açıkça görüyoruz her gün. Allah'ın yarattığı kara parçalarının ortasından dikenli tel geçirip "burası benim" demeye kadar götürüyor insan açgözlülüğünü; üstelik de bunda haklı görüyor kendisini. Demem o ki; Rousseau ne kadar çırpınırsa çırpınsın günümüzde hâlâ "güç hak yaratıyor".


Birisi bugün çıkıp, içimize sinmeyen; sevinip sevinmemeye karar veremediğimiz bir Nobel ödülü üzerinden Türkçe'yi masa başında icad edilmiş 60 yıllık bir dil ilan ediyor: Aklınca 60 yıl önce kendi ana-diline yapılan haksızlığın intikamını alıyor. Kendi kendisini çelişkiye sürükleyen bu tutum ise, doğrudan doğruya tamahkâr insan kalbinin bir ürünü olarak ortaya çıkıyor: Sadece ama sadece kendi istediğine yer veren, başkasının isteklerine saygı göstermeyen son derece tanıdık bu tutumun en az bir kez maduru olmuş olan birisinin, bir az olsun ifade özgürlüğüne (ki bu ifadenin kendisinin sorunlu olduğunu defalarca yazdım) kavuşunca aynı tutumu benimsemesi benim gibi hoşgörülü bir insan için bile trajikomik bir durumdur.

Yine de hayata umutla tutunmak, barış idealini takip etmek adına bir im arayanlar için "bu gün" var. Düşmanlığı reddedip barış mücadelesini ortaya koymuş savaş kahramanlarını Allah her ulusa nasip etmiyor; bu kahramandan yoksun olan uluslar da sürekli hem de durmaksızın daha kötüye doğru gidiyorlar, ve bir türlü "kaybetmedikleri" ulus bilinçleri yüzünden daha hırçın; kimi zaman da akıla ve vicdana sığmayacak kadar küstah olabiliyorlar.

Ama bu kahramana sahip olanlar, bugün bakanları bir tür görkemle karşıladığı için kafa karıştıran "yüce" tarihin biriktire biriktere getirdiği içinden çıkılmaz bataklığı bertaraf etmeyi başaran bu kahramana sahip olanlar, üstlerinde leke barındırmayan sıkı dokumuş ilmekli liften imal edilmiş halılar gibi bir arada kalıyor, eskidikçe değer kazanıyorlar; yıllara ve üstünden geçenlere meydan okuyorlar.

Yine de; artık savaş değil barış istiyoruz diyenlerin atalarının ırzını, cinsini cibbilliyetini konuşanlar, hatta bu konuşmalardan bir bilimcik icad edip bu hususta uzman olanlar var. Şüphesiz ki bu kimseler için barışın fikir olarak bile teşekkülü hastalıklı bir heves, bir hezeyandan ibarettir.

Ancak şu gerçek ki, ilk insanın çocuklarıyla başlayan savaşa karşı, dünyada "barış" düşüncesi ancak birkaç bin yıllık ve bir türlü uygulamaya geçememiş bir düşüncedir; ve sürekli savaşlara sahne olmuş bu dünya tarihi göstermektedir ki, barışın teşekkülüne acil ihtiyaç vardır...

Size savaş çığırtkanlığı yapanlara kulak asmayın. Ulusumuzun en büyük Ata'sının "seneyi devriyesi"nde zil takıp düğün yapanlara inat, ailenizi, yurdunuzu, milletinizi, ülkenizi ve insanlığı sevin, onlara sarılın.

Hiç yorum yok:

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası