30 Aralık 2009
Tek eğlencem Kasımpaşa ile durmak yok yola devam
29 Aralık 2009
Boyut değişimi: Ver dedim, bana Kubrick verdiler
Şartlar bu şekilde olgunlaşmışken, Wordpress yerine biraz daha Blogger'a şans verecekmişim gibi hissediyorum. Evdeki internet erişimi problemimi çözer çözmez daha mutlu günlerde sizlerle buluşmayı umuyorum.
Olmadı kitap yazarım artık. Daha olmadı mum yakar, sonra söndürüp üstüne otururum.
Güncelleme // 13:36 // Entry'lerin altındaki sevimsiz "Read More..." zımbırtısını bir türlü kaldıramadım... Şablonun HTML'sinde sadece tek bir java girişinden ibaret. O kısmı kaldırıyorum ama başka bir yerler daha bağlantısı var herhalde, söküp atamadım. Çözüm yolunu fark eden birisi yorum yazıp herkesle paylaşırsa internet internetliğini yapmış olur.
25 Aralık 2009
Korkmayın, ipliğinizi pazara çıkaracak değilim
Geçen yıl bu zamanlar, eğlenerek tuttuğum blog beni tatmin etmeyince, yazmaya özenen bir kaplumbağa olarak çocukluk hayalimin peşinden koşup gazeteci olmaya heveslenmiştim.
Kabul ediyorum, "Saf" kelimesinin sınırlarını zorlayan bir yaklaşım.
Kol kırılır yen içinde kalır, kalp kırılır ten içinde kalır. Heves kırıldığında ne olur peki? Ya da şöyle sorayım, hayata tutunmak için bir dalı olmayan ama ağaçlar arasında gezinerek yaşayan benim gibi biri için, "Don't hate the game, hate the gamer" tesellisi yeterli olur mu?
Neticede bunların pisliklerini ifşa etmek gibi görevim yok değil mi? Kim kimin arkasından neler söyledi, yüz yüze gelince nasıl ağız değiştirdi ben biliyorum. Kendileri de biliyor. Onlar bununla yaşayadursun, bu benim tam da "İnsan içine girersen boka dönersin" dediğim durumun yansıması olarak abidevi bir varlık teşkil ediyor.
Oysa her durumdan haberdar olması gerekenler bu çarpık yapıdan haberdar olamıyor. Onlar için kavgalar bile süslenerek "hizmet sırasında nöbet değişimi" gibi süsleniyor. Dahası, kavganın odağındakiler de dakika bir gol bir, gol atana sahip çıkmasınlar mı? Üstelik pirüpak temiz olan, üstünden pislik akanı tutup en az kirli olana tercih ediyor.
Neden? Çünkü gösteri devam etmeli.
Merak etmeyin, siz kırk kişisiniz, biz de sizi biliriz. Sırlarınız ifşa edilecek diye de korkmayın, ben yazsam kimse inanmaz zaten.
Ama siz aynaya nasıl bakacaksınız, onun vicdan muhasebesine başlasanız iyi olur!
Not: Yazıda kullanılan gazete görseli, Sakarya Gündem internet sitesinden alınmıştır. Çekenden Allah razı olsun, hakkını helal etsin...
24 Aralık 2009
Yeni vicdanların vahiyle imtihanı: Şımartan internetin sosyal medyasıyla oku
Buna rağmen insanların okuduğu twit'ler, facebook status'ları, friendfeed quota'ları, ek$i entry'leri, bloglar hedeler hödöler...
Yeni medyanın haberi, bilgiyi ve verileri çık hızlı ve kayıpsız bir biçimde anonimleştireceğinden bahsediliyordu... Bu içi boş, çekirdek gibi yeni medya araçları yüzünden anonimleşen bilgi/haber/veri değil de toplum oldu!
Hepimiz artık isimsiz kahramanlarız, bununla birlikte kahramanlıklar kazanan kimse kalmadı. Yattığımız yerden Yılmaz Özdil köşelerini birbirimze forward ediyor, Başbakan'a küfrediyor, küfür eden "mimlenmiş" politikacıların videolarını izliyoruz...
Bu resmen ikiyüzlülük: Daha fazla "hayatı" yeni medya araçlarıyla paylaşıp interneti doldurdukça hayatlarımızı daha boş hale getiriyoruz. Sonra da bunun adına "Sosyal Web" diyoruz.
Ya hayatta kalıyorsundur ya da ölüyorsundur
"Doğru, muhtemelen hayatın bir anlamı yok! Yine de hâlâ hayattayken, insanın kendisini adayacağı bir şeyler bulması mümkün. Tıpkı senin o çiçeği bulman gibi… Tıpkı, benim seni bulmam gibi…"
Hayatta kalma mücadelesinin kendisi bazen o kadar yorucu olur ki, insanın kendisini sorgulamak için zamanı ya da isteği kalmaz. Bunun için belki de tarih boyunca çoğu insan, kısacık ömürlerinde yaşamaktan başka bir şey yapmamıştır.
Büyük insanların hayatlarını anlatan romanlar okumuş ya da filmler izlemişseniz görmüşsünüzdür, onlar hayatlarını adadıkları bir "Kavga" bulmuşlar ve bu kavganın içinde kendilerini var etmişlerdir. Gerçi şurası açık ki, kendisini gerçek bir kavgayla var eden biri bile, bence, aslında hayatı boyunca hiçbir şey yapmamıştır. Bir muzaffer komutanın var olduğunu kanıtlamaya zaferler yetmez!
Sanatçılar arkalarında abidevi eserler bırakırlar, devlet adamları arkalarında güçlü devletler, sanayiciler büyük şirketler… Bilim adamları keşifler, mucitler de aletler bırakır, evet; ama arkalarında bıraktıkları onca şey onları var etmeye yeter mi?
Henry Ford üretim bandını otomobil üretiminde kullanıp zengin oldu ve arkasında hanedan gibi bir dünya otomotiv devi bıraktı. İyi ama kendi, varlığını sürdürmeye yetti mi bu?
Bu soruların tamamının cevabı olumsuzdur. Yine de hayata olumlu tarafından bakmayı bilmek de apayrı bir beceri olsa gerek. (Bunu Orochimaru'dan öğrenmek de ilginç tabii…)
Yine de önemli olan, bir kere var olduktan sonra kişinin varlığını temize çekmesi, varlığının sağlamasını yapması, var olduğunu zamanına ve zamanının ötesine ispat etmesi değil; hâlâ varken kendisini adayacağı bir şeyler bulmasıdır.
Herkes kaçınılmaz sona ulaşınca, varlığını bir daha asla ispat edemeyecek hale gelecek. Ama inanın bana, hayatta kazandığı tüm kavgalardan (ve hakkını yediği/emeğini çaldığı/üstüne basıp geçtiği tüm insanlardan) sonra, Henry Ford sanki rahmetli dedemden de, babamdan da daha çok yaşamış gibi geliyor bana.
21 Aralık 2009
Gururunuz nereden nereye kadar
İsimler ya da eylemlerin niteliği önemli değil, son bir kaç günde daha önceki eylemlerinden 180 derece dönen bazı meşhurların marifetlerini okudum. Babadan gazeteciler, iade-i itibar peşinde siyasetçiler, kendini nimetten sanan artist müsveddeleri...
Eğilip bükülmemeyi, kimseye ayna ya da çanak olmamayı, el açmamayı fakat onurluca yardım istemeyi; ayrıca açılan ellerde örselenen onuru tamir etmeyi; insanların ahmakça değerlendirmelerinden azade ömür sürmeyi...
Uzatmayayım... Değer yargılarından uzakta durmayı, kendi gönlümce ve gururluca yaşamayı ilke saydım.
En iyi olabilmek adına kötüler arasına girmekten, üste çıkmak için birilerini aşağı çekmekten, kendimi görünür kılmak için başkalarının güneşini kapamaktan, saldırıya uğramamak için saldırmaktan, arıza yaşamamak için bozmaktan...
Yine uzatıyorum sanki... Kısır çelişkilere kapılmadan, bir arada var olmayı kıymet bildim.
Şimdi şimdi, ne büyük bir saf olduğumu iyice anlıyorum. Geçer akçe parke taşıysa, kaldırım olmanın cazibesi yadsınamazmış. Pareto'nun elitleri gibi, iyi bir bakkal olmakla iyi bir fahişe olmak arasında, toplum açısından hiç fark yokmuş!
Bilemedim, yavaş yavaş öğreniyorum.
Aykırı sorular, ezber bozma, toplumsal uzlaşı, akıl tutulması... Beylik ve içi boş laflarla adam olunuyormuş, 26 yaşında öğrendim.
Oysa daha önce bu beylik laflara ben nasıl gülüp geçiyrsam ve onları hafife alıyorsam, bu saçmalıklara maruz kalan herkesin aynı bilinçte olduğunu sanıyordum. Asıl akıl tutulması budur işte; yanlışta ısrar!
Değil mi ki birileri çanak suallerle ideolojilerin aynası oluyor, akabinde yirmi sene sonra rüzgar yön değiştirince çanağı tam ters yöne tutana ödüller veriyor... O zaman kendime itiraf ediyorum işte, pisliğin üstüne dikilen süsün de pisliğin parçası olduğunu ve boka batmaktan son anda kurtulmakla en akıllıca tercihi yaptığımı.
Yalnız şu da var, bir kere adamdan sayılmanın tadını alan birisi, haksız yere hafifsenmenin ve küçümsenmenin ızdırabını derinden hissediyor. Bu ızdırabı anlamaya kimselerin aklı yetmeyince de, ahmaklarla sarılmanın çilesi katmerleniyor.
17 Aralık 2009
KERKÖYDER'de gurur gecesi !
Yazmaya özenen kaplumbağa
Masal derleyicisi Ezop’un günümüze naklettiği masallardandır “Uçmaya özenen kaplumbağa.”
14 Aralık 2009
İnsan neyle yaşar?
O kadar laf dokundurduk, bir bütün bienal de döndü bununla ilgili. İki kelime etmezsem içimde kalır.
İl olarak Kafka'nın ortaya attığı ve sonrasında Brecht'in cevaplamadan önce retorik olarak sorduğu "İnsan neyle yaşar" sorusunun cevabı yoktur. Zaten bienal de bununla ilgili. Tek tek insanlar kendileri için en önemli şeyleri söylüyorlar, neticede insanı hayatta tutan ne çok şey olduğunu görüyoruz.
Öte yandan hem Brecht'in hem de bienalin bu soruyla hesaplaşma yöntemini en kibar dille safça bulduğumu söylemek istiyorum. Benlik sorunundan, ontolojiden ve etimolojiden haberi olmayan insanlar olabilir, çok normal. Dahası sanatçılar, akademisyenler için de bu kavramlar havada kalmış kavramlar olabilir, bu da normal.
Anormal olanı; "Hepimiz tek tek neyle yaşadığımızı söylersek insanın aslında ne çok şeyle yaşadığını öğrenmiş oluruz" gibi mesnetsiz bir yöntem üzerinden bir bütün bienali kuran, sürdüren ve milleti bununla oyalayan kuratörlerin bu kavramlardan bihaber oluşudur.
Günün birinde insanlık, insalık kadar eski bu soruya tarih boyunca verilmek istenen cevapları araştırdığında, böylesi saçmasapan ve üretkenlikten tamamen uzak, çocuk eğelencesi gibi "hopçiki yaya" tadındaki tuhaf etkinlikle İstanbul adını yanyana gördüğünde, dünyaya İstanbul'da gelmiş tapon bir İstanbul'lu olarak kemiklerim sızlayacak.
Yeni etiket: Ahiret sualleri
Daha önce keyifle yazdığım bir dizi etiketin üretim sıkıntısı içine girmesi sonucu, içeriklerine uygun daha geniş bir etiket konsepti üzerinde kafa yormuştum. Sonunda aradığımı buldum.
Eğlenceli ve blogun en okunası etiketlerinden olduğuna inandığım "Doktor korkuyorum" ve "Tercih listesi" etiketlerini, "Ahiret sualleri" başlığı altında bir araya getirip, kapsamlarını genişleterek yazmaya devam edeceğim.
Aslında önceki yazılar için değişen bir şey yok. Hırvat kratörlerin büyük keşif yapmışlar gibi Brecht'in "İnsan neyle yaşar" sorusunu sormaları üzerine bir bienal inşaa edilebiliyorsa, daha kışkırıtıc sorularla blog yazmak da gayet mümkün. Eski yazılar için, mesela "Hacı seni ne korkutur" ya da "Hangisini tercih edersin lan kanka" gibi sorulara cevap verdiğimi pekala iddia edebilirim.
Neyse, lafı fazla uzatmayalım, yeni etiketimiz hayırlı uğurlu olsun millete.
Bir blog için ironik bir analoji: Kalemi kırılan blog
İşin kötüsü, elimde dağ gibi birikmiş yazı olmasına rağmen, ne üzücü ki blogu güncelleyemiyorum. Bunun sebebi defalarca yazdığım gibi, internet erişimimde yaşadığım sıkıntılar.
Zaten geçtiğimiz günlerde yazı mecramı değiştirmemi gerektiren bazı olaylar yaşadım. Bunları yeri gelince paylaşırım. Görünen o ki beni okumak isteyenler için yeni bazı mecralara akacağım, ralarda buluşuruz efendim.
13 Aralık 2009
Arshavin will never walk again (ayağını kırıcaz bezevengin)
Bir milyon tane spor ve özellikle de futbol blogu var, yüzlerce de okuyucusu var bu blogların. Bunların arasında yazmaya özenen kaplumbağanın yeri zaten yok. Spordan anlamadığımdan değil de ftuboldan hazetmediğimden. Benim futbolla ilişkim "Honours even at Recep Tayyip Erdoğan"dan ibaretti, o da zaten 2 yılda tükenen bilgisayarım yüzünden hayal oldu şimdilik.
Futbolu sevmesem de beni tanıyan herkesin bildiği bir hadise vardır ki, Liverpool dünyada sempati duyduğum tek futbol organizasyonudur. Her sene kadrosunu takip ederim, sonuçları izlerim, Rafa'nın bu takımı bir türlü şampiyon yapamamasını ben de kendimce sorgularım.
Geçenlerde Flying Dutchman'da Wenger ile ilgili bir yazı okumuştum. Fransız'ın Premier Lig'in en başarılı menajerleri arasına çoktan girdiği ve Arsenal tarihinde görülmemiş başarılara imza attığını, ancak uzun süredir şampiyonluk yarışından uzak kaldığını irdeleyen yazıda "Bu sene Liverpool'un da ilk kez şampiyonlukta iddialı olması sebebiyle işleri daha da zor" şeklinde yorumlanabilecek bir de cüme var. (yazıyı okumaya üşenenler olur diye özetledim xD)
Şimdi buna ne demeli o halde. Bugün oynanan maçta ilk yarıyı önde kapatan L'pool, Wenger'in ani müdahaleleriyle bir anda görünüşü değişen Arsenal'den 10 dakikada 2 gol yedi. Kendisi büyük olasılıkla şampiyon olamayacak olan Wenger, bari L'pool'a engel olmasaydı!
Wenger'e olan sempatim reset yedi!!!
01 Aralık 2009
Kurallar karman çorman, özgür basın toz duman
Amarigan - Türk ortaklığında yayın yapan bu büyüüüüük medya kuruluşları, gezegenimizin patronlarının çarklarını döndürmek için su taşımaya devam ediyor. Yalnız kendilerine şu Türk atasözünü de hatırlatmak isterim: Taşıma suyla değirmen dönmez!
Bu arada, bağımsızlığı tartışmalı medya örgütleri, Türkiye'de özgür basının baskı altında olduğunu söylemiş. Yooo, hiç de değil. Bakın, bizim "Özgür" basın çoktan ipleri Amarigan devlerinin eline vermiş !!! Dergilerimiz bile Amarigan isimleriyle çıkıyor.
I'm feeling so disgusted, how pathetic can I possibly be
Don't you think t'was getting better,
I guess I'm just a fool strung-out.
What to do?
Life is through.
Just wanna kill, myself for you.
I wonder, just how sympatic you'll be?
You've come to take me under,
And I forgot all about me.
What to do?
Life is through.
Just wanna kill, myself for you.
So tell me why?
You say goodbye.
And tell me why!??
YOUR FUCKING UP MY WHOLE LIFE!
Yeah,
Fucking up my whole life,
So I'm on my way,
I leave today,
If I get away,
It'll be okay.
It'll be okay.
I'm looking out a window,
Into a world that's taking you from me.
And I'm feeling so disgusted,
How pathetic can I possibly be ?
What to do?
Life is through.
Just wanna kill, myself for you.
So tell me why?
You say goodbye.
And tell me why!??
YOUR FUCKING UP MY WHOLE LIFE!
Yeah,
Fucking up my whole life.
So I'm on my way,
I leave today,
If I get away,
It'll be okay.
It'll be okay.
If their's a better place you can take me,
Better life you can give me.
Whatever place I can start all over.
And I would, never need what you gave me.
Never need you to save me.
And never feel like this life is over.
So I'm on my way,
I leave today,
If I get away,
It'll be okay.
It'll be okay.
Bunu Okumadan Geçmeyin
Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma
Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...
Blogun Kare Ası
-
D-Smart hafta içi her akşam House M.D. 'nin tekrar bölümlerini veriyor... Sonra da pazar günleri beş bölüm üstüste maraton çakıyor. U...
-
Kadınların paylaşacak daha çok materyali var. Popodur, efenime söyliyim genital bölgedir, herkeste var. Bir çift meme de Allah'a şükür b...
-
Bu ne sıcak lan? Olm bak adamın akılını başından alır, mübalasız söylüyorum götümden ter akıyor. Evet götümden! Arkama yaslanıp film seyrede...
-
Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...