19 Ekim 2009

Kırk katır tek satır

Bir salon dolusu insanın, işlerini iyi yaptıkları için alkışlanılmaya ihtiyacı varsa hiçbiri işlerini iyi yapmıyor demektir

Alelacele oturup (ya da uzanıp; zira leftaflar sayesinde uzanarak da yazmak mümkün artık) birkaç kelime karalamaya karar verdiğim ve yazacak tek kelime bulamadığım zamanların sayısı hiç de az değildir.


Burada asıl olan, bir mesai disipliniyle bilgisayarın başına oturup yazmaya koyulmak; mümkünse belli bir yoğunlukta yazıyı tamamlamadan da yazmaya ara vermemek. Ve bu yazma süreçlerini günde (en azından) iki kere yineleyebilmek. Gerçek bir yazar üretkenlikten ancak o zaman bahseder.

Defterlerin yerini “C:/users/serhat/documents/hedehödö.docx”ler almaya başladığından beri, yanımızda yazılarımızı taşımamız da zorlaştı. Belki sırf bundan ötürü leftaf alıyoruz, kim bilir? Çeşitli internet hizmetleri sayesinde yazılarımızı internet aracılığıyla her yere taşımamız mümkün. Ama veri güvenliği konusunda paranoyak olmayan var mı içinizde? İşte bunun için, yazarlığını sürekli bir motivasyon kaynağıyla pekiştiremeyen benim gibi işsiz bir yazar için, bilgisayar başına oturup yazmayı cazip kılan tek şey, yazıyor olmanın kendisi.

Kalburüstü yazarlar kendi yazma serüvenlerinden bahsettikleri, bence çok sıradan yazılara imza atarlar. Bazen de eli kalem de tutan farklı meslek ehli insanların, kendi başarılarını gözümüze gözümüze soktukları yazılar kaleme aldıklarını görürüz. Yazma serüveni hakkında bence en samimi yazılar, yazarın nasıl yazamadığına ilişkin yazılardır. Sıradan bir okur yazarın “yazdığını” zaten bilmektedir. İyi yazıp yazmadığı da tamamen özneldir. Benim iyi yazdığıma inanan 600 kişi bulabilirim, siz de aksini savunan 6000 kişiyle çıkıp gelebilirsiniz karşıma.

Ama ortalama okur yazarın “yazamadığını” bilmez, tahmin edemez, yazara yazamamayı yakıştıramaz. Bunun için eli kalem tutan kişinin, Asurlulardan beri kutsallığını çokça yitiren ancak gücünden hiçbir şey yitirmediği açık olan yazının kendisine birazcık saygısı varsa, nasıl yazdığını anlatmaması gerekir. Bir yazarın nasıl yazdığını okumak, bir katil nasıl öldürdüğünü, bir aşçının nasıl pişirdiğini okumaya da benzemez üstelik.

Çünkü yazar, yazarlığını yazarken ikinci dereceden bir yazma işlemiyle kendisini nesne edinmiş olur, yani aslında nesnesi olan kendisini yazıda kaybeder. Aşçının böyle bir kaygısı yoktur.


Bana soracak olsanız, “Aylarca maaş almadığım tesadüfen ortaya çıkana kadar sesimi çıkarmadan çalıştım” cümlesini kurmanıza sebep olan bir yazma serüveni, daha ilk adımda ruhunu kaybetmiş bir serüvendir zaten…

Hiç yorum yok:

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası