22 Kasım 2006

Sallamanın da adabı kalmadı.

Günlük okumalarımı yaparken şans eseri gözüme çarpan bir "blog-entry" den "Bedava Elektrik Üreten Makine" haberini aldım. Doğrusu sarsıldım. Meşrubat kapağından bedava ikinci sınıf futbol topu kazanamayan yurdum insanı nasıl olacaktı da elektiriği hiç enerji harcamadan üretecekti... Aklıma bir şekil geliyor de aslında; zaten memleket yıllardır elektiriği bedava kullanmıyor mu: Ana dağıtım hattına çengel atan yurdum insanı için elektrik zaten bedava!

Söz konusu haberdeki şu ifadeler çok kafa karıştırıcı:

Buluşu ’Başta Türk milleti olmak üzere tüm dünya insanlığına sunulan bir hizmet’ olarak değerlendiren Uğural, buluşu açıklamama gerekçelerini, "Bugünün bilim literatüründe buluşun açıklanması için temel teşkil edecek bilgi yok. Bu nedenle buluşun dayandığı fizik ve matematik esasları Erke tarafından uygun görülen bir zamanda bilim dünyasına sunulacak. Bu yüzden konuyu tartışmaya açmıyoruz. Kimseyi inandırma gibi bir amacımız da yok. Hatta bu buluşa inanılmaması bizi mutlu eder. Çünkü başarılması imkansıza yakın bir iş olduğunun delili. Basın toplantısında amacımız bu buluşun Türk milletine aidiyetinin tescil edilmesi" şeklinde açıkladı.

Hürriyet.com'da ilgili bağlantı

Doğrusu ben, her ne kadar enerji harcamadan enerji üretece bir sistemin varlığına inanan biri olsam da, bu sistemin adına Allah demeyi uygun bulup, sistemden aldığım mal yada hizmetin bedelini namaz kılarak ödemeye alışmış birisiyim. Yine de bütün edepsizliğimle, bu işi başarabilecek bir Allah kulu olmasını da içte içe arzu ettiğimi, yasa dışı olmayan yollarla elektriğe para vermeden gül gibi "ısınıp" gidebilidiğimi hayal ettiğimi de itiraf etmeliyim.

Ama bu haber de baştan ayağa spekülasyon değilse, spekülasyon nedir? Bir de şu taraftan bakalım:

Dikkat etsinler yalniz, CIA denen bir grup varmis, her tasin altindan cikiyormus, Ortadoguyu, Turkiye'yi her yeri karistiriyormus, sakin bu adamlarin icat ettigi makinayi calmasinlar. Sonucta Amerika'nin enerji tuketimi bizim 20 katimiz. Neyse Hurriyet de buyuk bir gazetecilik ornegi gostererek bu haberi herkesten once gecmis. Ben de Reuters'den gordum zaten, hemen ardindan Bloomberg terminalimde gozume carpti. Rus ve Suudi Arabistan borsalari bir kac dakika icinde %80 oraninda deger kaybi yasadilar. Petrolun varili 25 kurustan alici bulmuyor.
Ekonomiturk'te ilgili bağlantı
Doğrusuydu eğrisiydi derken, kelimelerin boğazımda düğüm olup kaldığı an da geldi çattı işte. Enerji harcamaksızın enerji üreten bir sistem icad ediliyor, ancak bu sistem, mucidi olan falanca kuruluş kendi uygun gördüğü zamana kadar teşhir edilmiyor; yani insalık tarihinde ikinci milad olması muhtemel bir olayın gerçekleştiği duyuruluyor ancak bu miladın mesihi çarmıha çıkarılmıyorsa...

Evet, eğer durum buysa, hepimizi Yahuda İskaryot'un Hürriyet'te yazmaya başlamasını beklemeliyiz... National Geographic'teki Yahuda İncil'i belgeselinde görmüştüm kendisini, yakışıklı adamdı da...

21 Kasım 2006

Irak'ı Türkiye'den korumak lazımmış...


1995 yılı Avrupa için bir utanç yılıdır. O yıl boyunca ayrılıkçı Sırp hükümeti, resmen vatandaşları olan müslüman Boşnak'ları planlı bir şekilde katletme eylemlerini gayri-nizami savaşa çevirmiş, dağlık bölgelerde gerçekleştirdikleri çatışmalarda direnişçi yada sivil ayırt etmeksizin nefes alan her Boşnak'ın nefesini kesmeye gayret etmişlerdir.

11 yıldır açılan toplu mezarladan güç bela çıkarılan bir kaç kemik parçası için yıllardır toplu cenaze törenleri yapılsa da, bu sembolik anma etkinliği sona erecek gibi de görünmemekte. Boşnak'lar yaralarını sarabilmiş değiller, dahası ülkedeki siyasi karışıklık, hatta karman çormanlık benim idrakımın dahi o kadar ötesindedir ki, ülkenin nasıl olup da ayakta kalabildiğini tasavvur edemiyorum.

Bütün bunlara ek olarak Batı medeniyeti (ki tek dişi kalmış canavar olduğunu yine ispatlamakta) alelacele bir "anti-muslim" propogandasına gömülmüş ve öyle hızlı bunun içine çekilmiştir ki, sayıca diğer bazı azınlık gruplarına baskın olan ve giderek de azınlık olmaktan çıkacak durumdaki Müslümanlar'ın ihtiyaçlarını gidermek yerine, AB kamuoyu Ermenilerin ihtiyaçlarını gidermeyi uygun bulmaktadır. Bu tehlikeli durum da ırken Avrupa soyuna bağlı olan müslüman Boşnak halkı tamamen büyük bir soru işareti haline getiriyor.

Benim görüşüm odur ki; 1995 Daytona Anlaşması adlı adı anlaşma kendisi sus payı olan yazılı belge aslında Müslüman Boşnakların toplu imhasına ara verilmesinden başka bir şey de değildir.

Hal böyleyken, söz konusu anlaşmanın en büyük "itibarını" alan isimlerden, meşhur ABD'li diplomat Richard Holbrooke'u bilhassa batı dünyası "peacemaker" olarak tanırken, müslümanlar arasında ona "pausemaker" gözüyle bakılmaktadır.

Şimdi ise hadise şudur: Barışçı Holbrooke, Irak savaşının en büyük "şampiyonlardan" olmayı kafasına koymuş durumda. ABD'nin Irak'taki yarı-planlı ama tam-sistematik işkence ve Arap soykırımı politikaları ve uygulamaları sanki hiç yokmuş gibi Richard amca'mız gururlu ifadelerle ve kendinden emin tavırlar takınarak "Koalisyon Güçleri"nin Irak'ın ıslah edilmesinde başarılarından söz etmekte ve bölge ülkelerinin bu "istikrarı" baltalayabilecek politikalarını eleştirmektedir.

Zâtın son yediği halt da, benim bardağımı taşırmaya yetmiştir:

Eski diplomat Richard Holbrooke, son önerisinde, Kuzey Irak’ın Türkiye tarafından işgali riskinin azaltılması için bölgeye bir NATO gücünün konuşlandırılmasını istedi. Holbrooke, böyle bir çözümün, terör örgütü PKK’nın Kuzey Irak’taki varlığını da dizginleyeceğini ileri sürdü

Holbrooke nasil olur da bu kadar basiretsiz bir açıklamada bulunur aklım hafsalam almıyor. Acaba benim kolaylıkla gördüğüm şu çelişkinin farkında değil mi? Irak'ı Türkiye'nin tehdidinden korumak için oluşuturulacak NATO askeri gücüne, bir NATO üyesi olarak Türkiye'nin de iştirak etmeyi talep ettiğini var sayalım. Sonuç ne olacak o zaman; Irak'ı Türklerden korumak için Irak'a Türkleri göndermek mi?Bununla birlikte, ABD sürekli dost ve müttefik ilan ettiği Türkiye'yi, "Terörist" ilan ettiği Irak'tan nasıl koruyacağına ilişkin hiç bir somut proje ve adıma imza atmazken, 2 yılda bataklığa çevirdiği Irak'ı Türkiye'den korumak için askeri müdahale yapma görevini NATO'da görmekten çekinmiyor.

Kanaatim odur ki; Irak'ın korunmaya ihtiyacı varsa (ki vardır) Türkiye'den değil ABD'den gelecek tehditlere yönelik bir ihtiyaçtır bu. Ve dâhi Türkiye, meşhuuuur 3 Mart Teskeresi ile bu konudaki görevini layıkıyla yerine getirmiş, dünya tarihinde sorumluluğunu bilen ender ülkelerden biri olmayı başarmıştır.

Bu durumda, bir üçüncü zat olan Holbrooke'a ne düştüğü bir başka spekülasyonun konusudur...



İlgili bağlantılar
»
‘Türk işgali’ne karşı ABD önlemi @ NTVMSNBC.com
» Richard Holbrooke @ Wikipedia.org (İngilizce)

11 Kasım 2006

Beni şaşırt, Atlas.

Grek'te dünya, Atlas'ın omuzlarının üstündedir... Günümüze yakın çağlarda yapılan Atlas tasvirlerinde her ne kadar Atlas, ehrama girmiş bir şekilde ve sırtında kocaman bir küre taşırken realize ediliyorsa da, Atlas'ın aslında eski bir kadırgaya benzeyen tabak şeklinde bir dünyayı kucağında taşıyan çırılçıplak bir adam olarak resmedilmesi mitolojik gerçeklere daha uygun düşüyor.

Bununla beraber, Yer Küre'mize ilişkin bilgimiz bunca zamanda o kadar az genişledi ki, ancak onu bir tabak yapıp Atlas'ın kucağından almayı başarabildik henüz... Ne yerin üstündekileri anlayabiliyoruz, ne yerin altındakileri... Belki de bunun için, yerin üstündeyken ölenleri de yerin altına bırakıp gidiveriyoruz...

Otuzbin yılı aşkın gelişmiş insan ırkı, kendi içinde hiziplenip sonradan ırklar yaratarak birbirni kese dursun; Atlas artık kâle alınmamaya iyiden iyiye sinirlenmiş olacak ki, insanlara durup düşünmeleri için bir malzeme vermek istemiş.

Pasifik Okyanusu'nda, Tonga adasının açıklarında (Fiji ile Cook Isl. arası) yeni bir ada oluşmuş! Volkanik ve tektonik hareketler sonucu ada oluşup su üstünde yükselirken de bir grup denizci bu olaya tanıklık etmişler...
(Bu konudaki habere ulaşmak için:
http://news.yahoo.com/s/afp/tongavolcanoisland )

Doğrusu, kafamın içinden bin bir türlü hadise akıp giderken, Atlas'ın beni şaşırtması bana iyi bir ders oldu. Hayatın hiç şakası yok. Ve o suyun üstüne çıkan volkanik kaya parçası için savaşa tutuşmaya hazır bekeleyen çılgın da çok. Yılgınlığa kapılmamanın, barış için mücadele etmekten usanmamanın tam zamanı.

Belki de bu adaya Barış Adası denmeli... Yada Barış Antilleri, zira adanın jeolojik özellikleri ile iligi henüz bir araştırma da yapılmış değil. Ancak şurası kesin ki; adı her ne olursa önce Dünya bu adayı hak etmeli.

Bunun için de, dualarımızda bir kez daha Atlas'ı anmaktan kimseye zarar gelmez sanırım...

10 Kasım 2006

Pekiyi, "barış" kaç yüzyıllık bir projedir?

Bir grup insan tarafından, bugün, resmen görmezden gelinen bir gün olsa gerektir. Öte yandan benim için ise asla değinmeden geçilemeyecek bir gündür. (Bütün bir hayat görecelidir o halde! Yine en başa dönüyoruz. Yine o Antik Grek dönemlerine dönüyoruz durmadan.)

Düşmanca fikirlerin başlamasının kronolojisi tutulamaz; bu konuda bize verilen en güvenilir kaynağın, ilk insan Adem'in oğulları arasındaki kıskançlık cinayeti olması bunun ispatıdır: Varlığına dair kanıtlar sadece kutsal kitaplardan bulunduğu gibi, Adem, Habil, Kabil gibi isimlerin de "metafor" olarak kullanıldığına ilişkin teolojik çalışmalara da raslamak mümkündür.

Öte yandan, tamahkâr insanın özbenliği için yapmayacağı şeyler olduğunu da açıkça görüyoruz her gün. Allah'ın yarattığı kara parçalarının ortasından dikenli tel geçirip "burası benim" demeye kadar götürüyor insan açgözlülüğünü; üstelik de bunda haklı görüyor kendisini. Demem o ki; Rousseau ne kadar çırpınırsa çırpınsın günümüzde hâlâ "güç hak yaratıyor".


Birisi bugün çıkıp, içimize sinmeyen; sevinip sevinmemeye karar veremediğimiz bir Nobel ödülü üzerinden Türkçe'yi masa başında icad edilmiş 60 yıllık bir dil ilan ediyor: Aklınca 60 yıl önce kendi ana-diline yapılan haksızlığın intikamını alıyor. Kendi kendisini çelişkiye sürükleyen bu tutum ise, doğrudan doğruya tamahkâr insan kalbinin bir ürünü olarak ortaya çıkıyor: Sadece ama sadece kendi istediğine yer veren, başkasının isteklerine saygı göstermeyen son derece tanıdık bu tutumun en az bir kez maduru olmuş olan birisinin, bir az olsun ifade özgürlüğüne (ki bu ifadenin kendisinin sorunlu olduğunu defalarca yazdım) kavuşunca aynı tutumu benimsemesi benim gibi hoşgörülü bir insan için bile trajikomik bir durumdur.

Yine de hayata umutla tutunmak, barış idealini takip etmek adına bir im arayanlar için "bu gün" var. Düşmanlığı reddedip barış mücadelesini ortaya koymuş savaş kahramanlarını Allah her ulusa nasip etmiyor; bu kahramandan yoksun olan uluslar da sürekli hem de durmaksızın daha kötüye doğru gidiyorlar, ve bir türlü "kaybetmedikleri" ulus bilinçleri yüzünden daha hırçın; kimi zaman da akıla ve vicdana sığmayacak kadar küstah olabiliyorlar.

Ama bu kahramana sahip olanlar, bugün bakanları bir tür görkemle karşıladığı için kafa karıştıran "yüce" tarihin biriktire biriktere getirdiği içinden çıkılmaz bataklığı bertaraf etmeyi başaran bu kahramana sahip olanlar, üstlerinde leke barındırmayan sıkı dokumuş ilmekli liften imal edilmiş halılar gibi bir arada kalıyor, eskidikçe değer kazanıyorlar; yıllara ve üstünden geçenlere meydan okuyorlar.

Yine de; artık savaş değil barış istiyoruz diyenlerin atalarının ırzını, cinsini cibbilliyetini konuşanlar, hatta bu konuşmalardan bir bilimcik icad edip bu hususta uzman olanlar var. Şüphesiz ki bu kimseler için barışın fikir olarak bile teşekkülü hastalıklı bir heves, bir hezeyandan ibarettir.

Ancak şu gerçek ki, ilk insanın çocuklarıyla başlayan savaşa karşı, dünyada "barış" düşüncesi ancak birkaç bin yıllık ve bir türlü uygulamaya geçememiş bir düşüncedir; ve sürekli savaşlara sahne olmuş bu dünya tarihi göstermektedir ki, barışın teşekkülüne acil ihtiyaç vardır...

Size savaş çığırtkanlığı yapanlara kulak asmayın. Ulusumuzun en büyük Ata'sının "seneyi devriyesi"nde zil takıp düğün yapanlara inat, ailenizi, yurdunuzu, milletinizi, ülkenizi ve insanlığı sevin, onlara sarılın.

07 Kasım 2006

Öküzün Boynuzlarında Dünya...

Devletleri idare etmek gittikçe daha zor bir hal alıyor. Çünkü devletler gittikçe büyüyor. Meşhur yasa koyucu Hammurabi'nin işi aslında ne kolaydı değil mi: "Her kim ki birisinin öküzünü öldürür, onun da öküzü öldürüle..."

Gerçekten öyle mi pekiyi? Yani Hammurabi mi yoksa Tayyip mi daha çok yoruluyor?

Bu soruya bir başka yerden yaklaşmaya ne dersiniz?

Memleketin 60 yılına damgasını vurmuş bir isim; Bülent Ecevit 80 küsür yaşındai hayatını kaybetti. 170 küsür gün makinelere bağlı yaşatıldı; bu nereden bakarsınız bakın güçlü bir bünye gerektiren bir mücadeledir; netice itibariyle ölüm Allah'ın emri olmasa belki onu bile yenmek mümkündür.

Memleketin "hep başbakan Süleyman"ı ise yine 80'li yıllarında, sağlığını gün geçtikçe daha iyiye götürmek için uğuraş verip duruyor. O hala bu ülkeye lazım olduğunu düşünüyor.

Bayar'ların, İnönü'lerin ve hatta Türkeş'lerin de uzun yıllar yaşadıkları unutulmamalıdır; Keza Erbakan ve sair "düşmüş" devlet adamlarına değinmiyorum bile.

Bakınız bunlar, bu ismi geçenler, Dünya'nın en zor zamanlarında, bir çok imkansızlıklar ve buhranlar içindeki toplulukarın başına geçmiş ve neticede pek bir ilerleme de yapamamış devlet adamları. Bu isimlerin hiç birisi, İnönü bile, damgasını vurduğu bir icraatıyla günümüze ışık tutmaktan uzaktır. Gerçi yılların deneyimi ve tecrübesiyle aldıkları kararlardaki yüksek basireti ancak on yıllar sonra anlayabiliyoruz, ancak buna rağmen sanki onlar değil de başka tecrübeli insanlar olsaymış da bu işler yürürmüş gibi görünmektedir tarih perspektifinden...

Öte yandan, o en yalın siyasi otorite günlerinde, kıçına don geçirenin efendi olduğu dönemlerde, ortada bir yasalılığın yada bir hukuk teorisinin düşüncesi geçmezken buna ihtiyaç duyup icad etme gereksinimi hisseden Hammurabi, tüm bu saydığım büyük devlet adamlarının ancak yarı yaşına kadar yaşamıştır. 40 yıllık ömüründe yaptıkları, bugün her yönden yokedici baskılar yemekte olan ve tarih boyunca da daha kuvvetlilerini bertaraf etmiş olan ortadoğu halklarının toplumsal genetiğine kazınmıştır: Öküz öldürenin öküzü öldürülmeden rahat uyku uyuyamayan ortadoğu halklarını son sistem katliam makineleri yıldıramamaktadır.

Yasalılık fikrini icad eden Hammurabi... Bütün ailesi Türkiye Cumhuriyeti yasalarıyla en az bir kez ihtilaflı duruma düştüğü halde hacıyatmaz gibi "hep başbakan Süleyman"... Bu isimleri ve ömürlerini karşılaştırın bir kez...

Belki de devletler büyüdükçe devlet adamlığı küçülmektedir, kim bilir...

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası