13 Eylül 2015

Kokuşmuş insan

The moment I was born
It was time for him to die

Et çürüyor. Durup biraz düşünmeye kalksanız, berbat bir şey... Et çürüyor! Belki de, bu kadar berbat bir şey olduğu için, hiç durup düşünmeye uğraşmıyoruz. Çünkü, bir dursak, bir daha ayağa kalkamayacağımıza inanıyorum.

Ama, olur da, aramızda varsa düşünen, duran eden... Et çürüyor!!!

Nereden çıktı demeyin, bu gerçeğin reddi üzerine kurulmuş dünya. Bakın, "Tanrının doğum yeri insanın mezarıdır" ve mezarda çürüyen et var!

Evet, tam da oraya getireceğim lafı...

Nefret edilesi bir çağda yaşıyoruz... ya da, gerçekten öyle mi acaba? Evet, hayatların anlamsızlığı, ölümlerin anlamsızlığı, herşeyin ve herkesin anlamsızlığı; tarihin yazmadığı denli sofistike bir mahiyette ve hüviyyette tezahür ediyor. Orası öyle.

Ama bu sofistikeleşme (ki, aslında böyle bir kelimenin olmaması lazım, ama anladınız siz benim ne demek istediğimi...) acaba "anlamsızlığın artışı" ile mi açıklanmalı. Yani, anlamsızlaşmadaki artış, derecede olduğu kadar hüviyette ve mahiyette de bir karşılık buluyor mu? Yoksa bu bir yanılsamadan mı ibaret?

Daha önce yüzer yüzer ölüyorduk, geçen asırın başından beriyse biner biner ölmeye başladık. Bizim bu coğrafyanın payına, yirmibirinci asırda düşen ise; ölüm sayısındaki artış oldu: Son 10-15 yıldır milyonlar nispetinde ölüyoruz.

Ve hepsini, bir grup geri zekalının "gökdelene uçak sokma fantazisinin" başlattığına inanmamız bekleniyor bizden! Oysa, o hadise esnasında da biner biner ölünmüştü. Vahşetin kurbanlarının nerede olduğunun önemi var mı, hele de bu ölümlerden en çok silah tüccarlarının kazançlı çıktığını düşünürsek???

Siyaseten, son  15 yılda Ortadoğu'da izlenen politikaları bize "başarıymış" gibi yutturmaya çalışıyorlar, ama (okurlarım sık sık unutsa da, aralarında benim de olduğum) diplomalı / meslekten siyaset bilimciler, küresel politikaların ortadoğuya kan, nefret ve gözyaşından başka bir şey getirmediği üzerinde birleşiyor. 1,5 senedir geçici olarak başbakanlık yapan, evvelinde de hariciye bakanı olan devlet adamımızın bu konudaki "paradigma değişikliği" argümanlarının hiç birisini kabul etmediğimi, kendisi göreve ilk başladığı günlerde bu blogdan ifade etmiştim. 

Benim bu konudaki görüşlerimde değişiklik olmadı. Asıl "paradigma değişikliği" kamuoyuna yansıyan olgularda yaşanmışsa da, bu "dramatik" değişime rağmen seçmen profilinin önemli bölümünün görüşlerinde değişim olmadığı da ortada...

Hiç bir şeyin değişmediği bu ortamda, "ölümlerin değişmesini" ummak için çok büyük, tarifsiz ölçüde büyük bir akıl sağlığı sorunu yaşamak gerektiği kanaatindeyim. Her ne kadar, faturayı, kendisini BOP'un Türkiye Viceroy'u ilan etmiş olan "400'lük başgana" kesme konusunda, ben de sizler kadar istekli olsam da, Davutoğlu hocanın hayli "akademik" (!!!!!) bir biçimde ifade ettiği gibi, Ortadoğu'da eksen öyle onarılmaz biçimde kaydı ki, bu sefer yaşananlarda aslında bizim başgan da edilgen bir rol oynamaktan öteye gidemiyor.

İşte zaten, sırf onun için, ortadoğunun zehirli biyosferinden kaçan herkes, itikaden İslam olsa da Hristiyan ülkelere iltica etmenin yollarını arıyor. Ne yazık ki, Ortadoğu'da akıtılan müslümanların kanı oldukça, müslümanların mezarı Allah'ın doğum yeri olmayı başaramıyor.

05 Eylül 2015

Sığınma-cı


Neremiz doğru ki...

Yalnız, çokluk memleketten, coğrafi olarak bana yakın olan eğrilikleri yazıyorum da, bu defa bizi transit geçip Evrope'nin ılık bağrına sokulmaya namzet garibanların çilesiyle kendimizden geçmeye başladık. Bir tuhaf ölüm pornosu ki; bakıp bakıp, aslında ölen biz değiliz diye mutlu oluyoruz içten içe...

Yaşım itibariyle, az fakla ıskaladım. (Gerçi ikinci trende, 90'larda yakaladım ama...) 70'lerdeki "sokak terörü/anarşi" döneminde (ki yaşanan kaosun anarşiyle zerre ilgisi olmadığı gibi, sokak terörü ile kastedilenin de birebir örtüşmediği iddia edilebilir) gazeteler ibretialem olsun diye, ölenlerin/öldürülenlerin en kanlı görüntülerini ilk sayfaya basarladı. Genelde gazetenin belli bir angajmanı varsa da, sıklıkla "karşı kampın" ölüleri adeta "leş parçası" gibi gösterilir, kendi kamplarının ölülerininse en yakışıklı stüdyo resimleri paylaşılırdı...

Yeniden hortlayan (hortladığı iddia edilen demeliyiz, çünkü kanımca hiç ölmemişti) etnik çeşnili ayrılıkçı terör günlerinde de benzeri bir yayıncılık gördük. Ateş sıcak olduğu için, biraz olsun sivri dili sineye çekelim. Gerçi hangi sineye? Ama çektik diyelim...

Pekiyi yeni ölüm pornomuz için neremizde yer bulsak?! Tamam, 2 milyon mülteciye kucak açtık ama hukuksal olarak tam anlamıyla da "mülteci" olarak kabul etmedik bu "misafirleri", öyle de bir gerçek var. Dahası, propoganda aygıtının pek bir hevesli "güvenli liman/büyük ülke" müsameresini yalanlarcasına, bu sığınmacı kardeşlerimiz, bizden de kaçmaya devam ediyorlar... Nereye? "Bitti, öldü, iflas etti, hem fikren hem de iktisaden iflas etti hem de" dediğimiz Avrupa'nın, lafa gelince pek kalın kafalı ve hatta ırkçı olduğunu iddia ettiğimiz "Birliğin Kurucu Ülkelerine" kaçıyorlar... Tam anlamıyla Evrope'nin ılık bağrı yani...

Bu arada ölenlere ağıtlar düzme gayretkeşliğiyle, yaşayanların SOKAK KENARLARINDAKİ ATIK SU KANALLARINDAKİ SULARI TOPLAYIP YIKANMAYA ÇALIŞTIKLARI GERÇEĞİNİ nedense gözardı ediyoruz. Boğulmayanlar "kurtuldu" damgasını yiyiveriyor hemen, "müsade edin geçsinler" diye bağırıyoruz.

Acaba geçtiklerinde ne olacak? Ne gam, Suriye'de çırpınıp batacağına Almanya'da çırpınıp batsın!!!

Okuma ödevi verirdim bazen, yazılarımın sonunda... Şimdi utanma ödevi vermeyi tercih ediyorum.

01 Eylül 2015

Bitti derken yeniden başlayan...

Ülke yıkılmanın eşiğine geldi, hiç kimse öyle böyle deyip de lafı kırıp bükmesin! Devlet yıkılacak gibi değil gerçi, ama ülke paramparça. Burası açıkça ortaya çıktı.

En önemli ipucu olarak, her zamanki gibi, televizyonu görmekteyim. Acizane düşüncem bu elbette. Kimseler bana uymak zorunda değil. Şurası bir gerçek ki, 1-2 saatlik televizyon tecrübesiyle, ülkenin yıkılmanın eşiğinde olduğunu anlamak mümkün.

Yeni yayın dönemi başlıyor, televizyon kanalları birer ikişer eteklerindeki taşı döküyor. Ortaya çıkan yine "uzun uzun bakışmalı, apış arası hikayeleri" ve "rakibini itin götüne sokmalı yarışmalar" kombinasyonundan ibaret.

Tematik yayın kanallar, tematik programları üç otuz paraya yaptırdıkça, söz konusu tematik programların teması da "dökülmek üzere olan dekora sahip setlerde hayatta kalma yolları" biçimli bir hal alıyor.

Eylül 2015'e geldik, herkesten ricam, azıcık da bu gözle, televizyonların yayın akışına bakmaları... İzdivaçları, sörvayvırları falan geçtim zaten de... Bu televizyonların "tektipleşerek" zavallılaşmaları hakkında herkesin söyleyecek sözü olmalı gibi geliyor bana. Onun için, gazetelere mektup yazarak olur, twitter, reddit, facebook, ekşisözlük olur...

Herkesin ses çıkarmaya başlaması lazım.

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası