28 Kasım 2008

tercih listesi

tercih listesine kaldığı yerden devam ediyorum... bu defa tercihler kısa... bir tanesini seçmek kolay, ama bu seçimle yaşaması zor (abarttım :p)

- pc magazine / chip (tuhafıtr ki chip'i seçiyorum... pcmag ekibi, etiketin hakkını veremiyor bence)

- turkish gamer / merlin'in kazanı (mk'nin forum atmosferi daha sıcak ama hacim ve yoğunluk bakımından trg daha dolu)

- level / oyungezer (paran varsa egm'yi de al üçte üç yap hacı... yoksa zaten en ucuzunu alıcan, ki o da egm... her halükarda iş egm'ye yaradı :p)

- xbox 360 / ps3 (hangisinde japonca seslendirmesi olan naruto oyunu varsa onu seçerim... ama menüler ingilizce olsun)

- windows / linux (linux çok şekilli tamam da, problemsizce oyun oynamak için mecbur alıyosun arkadaş windowsu)

- pardus / ubuntu (bizimkilere kıyak olsun diye pardus)

- kedi / köpek (işte ahiret suali... köpekle oynamak daha zevkli ama kedi daha çıtı pıtı, daha bir ev canlısı gibi. yine de sanırım, iran kedisi olmadıktan sonra, köpeği seçiyorum)

- zeytin / karamel (oyyy kıyamam ben onnaya, abağuvv kıjıma da yajıkmıj da oğyuma da yajıkmıj.. avuuuuu çok güzeyyey baksana bi.. tabi güzeyyey)

- fatih / irem (sevimlilikte irem, efendilikte fatih... ama birini seç deseniz "ne uğraşıcam len" diyerekten ikisinin de kafasını kopartmayı tercih ederim)

- hane başı koyun / yedi kişi girilen dana (en temizi, mehmetçik vakfına 250 tyl kurban bağışı yapmak, bayram için de kasaptan kıyma çektirip misafire ikram etmek)

- ramazan bayramı / kurban bayramı (kurban 4 gün... daha uzun süreli bir tatil... ama yeni adet, haftasonu ile birleştirme icad oldu olalı, en çok hangisi uzatırsa ona kayar tercihim)

- ortaokul / lise (baaaaağu o günlere geri dönmiyim mümkünse. en iyisi şimdi yaşadığım robinson hayatı)

- seda sayan / petek dinçöz (sabah sabah televizyon izlersen olacağı budur işte)

- yaşar kemal / orhan pamuk (sonuna kadar ihsan oktay anar... ya fark ettim de, az bi yalaka değilmişim ben de yaa.. uzun ihsan yalakası :p)

- fringe / lost (sorma mümkünse, lost daima)

- heroes / fringe (zor tercih de mi hacı)

- lost / heroes (yine lost)

- naruto / death note (çok farklı klasmanlar bi kere... bence aşağıdaki tercihler daha başarılı)

- naruto / kenshin (kenshin'deki dramatik yapı kimsede yok)

- lost / death note (işte bir başka zor tercih daha.. death note'un handikapı kısa sürmesi... ama lost izlerken duyduğum heyecandan daha büyük bir heyecan duyduğumu itiraf etmeliyim)

devam edecek...

football manager oynayan adamım


takımımın "dominosu" fink değil ama, 97/97 oyunundan beri önce championship manager sonra da football manager etiketli sports interactive oyunlarına gönül vermiş kişiyim.

fm 2009 henüz elime geçmiş değil. halen fm2008 ile idare ediyorum. hani buralarda vakit nasıl geçer diye soran varsa diye, etherlords ve football manager diyorum.

football manager 2009'un yarattığı beklenti had safhada. 3d motor falan... işte ben de, blogda, fm09 ile ilgili farklı mecralardan yorumları bir araya getirmeye çalışıcam... yakında tabi, zira henüz oyunu da oynamadım, yazıları da okumadım.

bu işim, belki de yakın zamanda faaliyete geçecek bir projemin ön çalışmasıdır, kimbilir?

a very short blog entry concerning blog entry shortage



paragraf paragraf yazı yazmak da mümkünse de bence asıl önemli (ve lezzetli) olan kısa ve öz yazmaktır.

bu hususu defalarca dile getirdim zaten. ve yine zaten, blog iletilerimin boyutlarını da küçülttüm bundan sonra.

insanlar okumuyor arkadaş. en az okunan dillerden birisi herhalde türkçe, bununla birlikte internette bir şeyleri yazmak ve okunmasını sağlamak o kadar da kolay değil.

yine de ben, deliler gibi uzun yazıldığı için okunmadan geçilmiş türlü türlü blog yazıları gördüm arkadaş. profesyonel ya da yarı profesyonel sitelerde upuzun makaleler. kimsenin rabet gösterip okumadığı röportajların uzatıldıkça uzatıldığına şahit oldum.

yazacak olana ve okuyana tavsiyem; mümkün mertebe kısa tutun yazınızı, daha çok ilgi çekmesi açısından yazdıklarınızın... ve kurmayın benim gibi cümleleri devrik devrik... olmayın antik guntik...

27 Kasım 2008

ver der veremem güncesi


nihayet blog yazılarımı güncellemeye başladım. yeni, daha doğrusu eski, koyu tonlu, google amcanın sunduğu beleş ve hazır template ile süsledim. yazıları bir baştan bir sondan ekelemeye başladım. ortada buluşurum umarım :)

segoe print yazı tipini sevdim, sanırsam bütün yazılarımı bu font ile yazmaya karar verdim. blogger'a bu fontu default olarak koymanın yolunu bulurum bi ara. daha çok kurcalamadım seçenekleri. sayfaları düzeltirim elbet.

her ileti gönderiminin sonunda harf doğrulaması istiyor kansız blogger. buna bir çare?!

bi de, neden ver der veremem? efenim, kendisi werder bremen parodisi bir isimdir, lisedeki futbol takımının (daha doğrusu iki hizip halindeki takımlardan birisinin) adıdır. yaşasındır.

24 Kasım 2008

blog blog maskadra

fark ettim ki, önceden yazıp sonradan internete (mi yoksa webe mi... bu soru bir neslin ömrünü yedi) göndermek üzere evimde hazırladığım blog iletilerimde yazının saatini belirtmekte tembellik ediyorum.

oysa
ekşi sözlük (büyük yazıyom ki reklam olsun, lol) iletileri bile saat dakika, neredeyse saniye zımnında mimlenmekte.

internette her yazı altına tarih salise salise yazılıyor. blog yazıları da bundan nasibini alıyor elbette.

oysa ben iletilerimi nasıl saatleyim? bir ileti yazıldıktan yayınlanana kadar 8945623 kadar değişiyor. hangi saati esas alayım ki.

bence okuyucu, üşenmeyip bütün iletilerimin tarihlerini doğru olarak girdiğim için bana şükretmeli. gerçi, işimden gücümden vakit ayırarak yapıyor değilim bu "fedekarlığı" ama bir defada 2-3 haftalık iletiyi güncellediğiniz zaman ne kadar sinir bozucu olduğunu siz de anlayacaksınız muhakkak.

bazı kararlar aldım arzederim


çift yönlü bir mekanizma karar: hem alınan hem de verilen bir şey, üstelik her iki durumda da aslında aynı şeyi yapmış oluyorsunuz. ama ne tuhaftır, semantik (off ne tarz kelime) (sus ağzına ağzına vururum bak) olarak birbirinin karşıtı gibi görünen iki kavramla da ilişkilendirlebiliyor.

tamam, karar verdim, daha önceki kararıma sadık kalarak burayı felsefe çukuru çizgisine sokmuycam yeniden.

1- blog genelinde türkçe kurallarını yer yer kasten (alaşağı edilmeyen tek ilke/kural kural kırıcılık ilkesi olsun mu?) yer yer de klavye sürçmesi sonucu tersyüz ederken, işe bak, başlıklarda bir özen bir özen... sanırsın sinan özen! (kabul etmek lazım ki kankasavar bir espri oldu) başlıklar bundan sonra daha kuralsız, daha sinir bozan, daha zincirbozan (türkiye'nin siyasi tarihine gönderme içeren blog iletisi)

2- göbek çıktı meydane, memeler desen zaten şahane!!! kilo yine olmuş mu sana 110? var mı fazlalık bi 20 kilo? vermek lazım mı bunları? 20/2=10 ay yaptı mı sana? ilk 4-5 kilo hızlı gitse 6-8 ay olsa daha mı iyi? aç mı dursam spor mu yapsam? ikisi birden mi? fırsat bu fırsat, dağa mı çıksam her gün ben?

3- önce kur'an dili, sonra osmanlıca ve nihayetinde de arapça ve farsça öğrenmek istiyorum. hatta kur'an hocası bile ayarladım, derslere başlıyorum. devamında gelsin orijinal metinlerinden arap/iran/osmanlı belgeleri...

4- tam 2 yıllık işsiz hayattan sıkılmadım da, göbeğin çıkmasına en büyük sebep hareketsizliğimin mimarı bu oldu. maaş almasam bile bi işe yamansam, tecrübe gösteririm cv falan yazacak olursam. ilk hedefim gazeteler. (radyo işi olmadı aga... sad smiley diycem ama ne fayda)

5- kapsamını (ve haliyle adını da) yazmak istemediğim (okuyup çalan olur allah etmesin) bir blog projem var. ancak kendi domaini falan olucak şekilli .com lu falan... beleşe site açmak kolay tabi, de mi ozan? eheree!! neyse, işin masrafları ve maliyetlerini hesaplarsam başlıycam, o zamana kadar para kazanmak istemiyorum. evet. belki hayatın anlamını bulmadım ama çok sıkı bir eğlence kapısı buldum gibi geliyor.

6- sabilikten beri amatör olaraktan oyun yazarlığı yapmış bir kimseyim, kendime yine amatör olarak da olsa bir ekibin içinde yer bulamıyorum ya, helal olsun yani bana... ilk iş bir mecra bulup yazacağım! blog yazılarımla da destekleyeceğim kendisini.

7- ozan'ın ricalarıyla giriştiğim bir iki blogda misafir sanatçı kimliğime ilaveten başka blog hevesim yok. ekşi sözlük yazarı da değilim, ona da meyletmedim. "sen şeydeki şey misin?" diye sormayın artık bana. (bu da nasıl bi kararsa... aldığım kararlar listesinde saydığım şeye bak)

bugün odun gelmedi ben de saçımı doğradım

iyice kafaya koymuştum aslında keçe olmaya yüz tutmuş saçları biraz canlandırmayı, annem hepten bastırınca "kalk gidelim" diye, bugün aniden kalkıp adapazarı'na gittik.

tümden kesmedim elbette, 20-25 cm kadar kısalttım alt tarafı. ama başka bir şekil aldı kafa. değişiklik.

kadınların stres altındayken neden kuaföre koştuklarını da anladım bu tecrübeden sonra. artık daha çok seviyorum kadınları.

seviyorum kadınları. (mevzuyu buraya bağlıycam diye canım çıktı, takdir edin)

2008 krizi hakkında düşündüklerim

bir ekonomist değilim, eğitimim/bilgim/ilgim de yeterli değil... açık maçık, kamu yönetimi öğrenimi görmekte olduğum için hani hiç değilse ucundan kulağından temasım var diye... eh, gazete de okumuyor değilim ya...

benim de bu krize ilişkin tespitlerim var. yorumlamak ya da eleştirmek isteyenler, mümkünse tamamen amatör hatta bırakın amatörü "kahve ağzı" seviyesinde bir entry olduğunu hiç akıldan çıkarmasın. "sayın öztürk" falan diye yorum yazmayın yani başlığa...

1- kriz finans sektöründe çıkmış hede. reel sektör (bakkaldan alınan ekmeğin, tarladaki buğdaydan mideye kadar geçirdiği süreç :p) dedikleri alanda etkisi kademe kademe artarak hissedilecek. yabancı piyasalarda henüz ortaya çıkmadan türkiye'de "teğet geçecek hamdolsun" demenin alemi yok, ancak finans açısından da öyle büyük bir çalkantı yaşamadık sanki henüz.

2- batan şirketler dev sermayeler. korkunç riskler almışlar. türkiye'ye yatırım yapan yabancılar için türkiye bir risk pazarı değil, adeta pazar araştırması denilebilir. parayı çekeceklerini tahmin etmiyorum. yabancı sermaye türkiye'den "kaçmaz" ama zararlarını telafi etmek isteyecekleri de kesin, "güvenli liman" şeysi bana inandırıcı gelmiyor.

3- türkiye'yi en çok etkileyecek olan yabancı kaynaklı maliyetler. özellikle de enerji. dolar fırlayınca petrol fiyatları düşse bile bizim üreticimize maliyet yükü getiriyor.

4- bu noktada, bizim hükümet abd gibi milyar dolarlık bir finans paketiyle piyasaları yatıştıracak konumda değil, o belli. buna ihtiyaç da yok. büyük işten çıkarmalar yaşanmaması için maliyetleri düşürecek önlemler alınmalı. mesela enerji fiyatları için radikal kararlar alınmalı.

5- bu kriz akp gibi oy satın alan partilere yarayacak. fakirin sobası yıllardır akp'nin kömür rüşveti ile yanıyordu, şimdi ocağı da akp tarafından yakılacak. bunun maliyetleri devlete fatura ettirilmemeli. yoksa akp kendi ayağına işemiş olur.

6- muhalefete yapacak hiç bir şey kalmadı. faiz dışı fazla tartışmalarından bile galibiyetle çıkan, tam bir politika cambazı olan akp'yi yıkacak bir muhalefet yok. bu yüzden bu kriz ortamında akp'nin büyük oy oranlarıyla yerel seçimlerden galip ayrılacağını tahmin ediyorum.

7- büyük buhran gibi bir aşırı işsizlik oluşur mu bilmem. oluşmasına daha var, onu biliyorum. iş o noktaya gelirse domino etkisi yaşanacağı kesin. henüz işin kokusu çıkmadı.

8- büyük buhran ne demek. kahve algısına tezat oluşturacak biçimde, aşırı enflasyon olmayacak. tam tersine deflasyon yaşanacak. ancak üretim/tüketim her şey duracak. benim tahminim işin o kadar büyümeyeceği. ama "enjoy kapitalizm" çılgınlığının da "tarihin sonu" saçmalığının da yanlış olduğu anlaşıldı.

9- gaza gelmeyin! işler düze çıkacak. çıkınca her şey eski tas eski hamam gidecek. kapitalizm dediğimiz şey bir insan gerçeğidir. ne kadar vahşice olduğuna göre toplumdaki kapitalizm algısı değişir. babil/fenike koloni ekonomisinden beri, yani 3500 senedir farklı biçimlerde geçerli olan bir sistem kapitalizm.

10- maden, bilhassa ağır metal sektörleri asla önem kaybetmez. bunlar krizden olumlu bile etkilenebilir. yatırım yapacaklara ya da iş arayanlara tavsiye olunur. madencilik de 3500 senedir önemi azalmayan bir iş koludur. işin temelinde maden cevherlerinin kimyasal özellikleri yatıyor ve bildiğim kadarıyla bu kimyasal özellikleri de 4,5 milyar senedir hiç değişmedi (u: smiley was, is and will always be here)

tekrar hatırlatıyorum, bu görüşlerim tamamen farazi. yanlış da olabilir, saçma da. yorum yazanlar insaflı olsunlar.

22 Kasım 2008

fallout oynadım

fallout serisi fallout 3 ile devam ediyor.

wasteland ile başlayan ve fallout etiketiyle devam eden seride, rpg öğeleri bu kez fps/aksiyon öğeleri ile harmanlanmış, bol öğeli bir oyun ortaya çıkmış. headshot ile vurup düşürdüğümüz rakiplerimiz western filmlerdeki gibi havada takla atarak ölüyorlar... ilginç.

detaylı yorum/analiz/eleştri/inceleme yazarım, neticede fallout fan deyince ben varım. üstelik de 10 senelik oyun yazarıyım. işim bu.

şimdilik bir count down list yapıyorum:

fallout 3 mutlaka oynamanız için sebepler:
1- hikaye devam ediyor. daha ne olsun
2- üçün beşin hesabını yapmam ama üç boyutlu fallout evreni çok dadlu
3- oblivion dinamiği birerbir fallout'a aktraılmış
4- dogmeat! supermutant!
5- süpppper seslendirmeler... artık daha çoklar... havaya sokuyorlar
6- günümüz ahlak sistemiyle dalgasını sağlam geçiyor

fallout 3 gibi bir oyuna yakışmayan hareketler:
1- role play tadı eksik, olay aksiyona dönmüş
2- görev sistemi basitleşmiş
3- öykü/kurgu ya da olay örgüsü denen şeyden eser yok
4- oyun headshot endeksli olmuş
5- oyun alanı çok küçük
6- 50'lerin soğuk savaş paranoyasına göndermeler yüzeysel

18 Kasım 2008

bir yaratıcı insan neden bu romanları oyun yapmaz

1- taras bulba
görkemli savaş atmosferi, hastalıklı şiddet tasvirleri, insanı şaşırtan karakterler ve duygudaşlık kurmakta güçlük çekilecek, içine girmesi zor bir hikaye... tolstoy'un bu klasiğinden süpper bir rts, rpg ya da fps çıkarmak mümkün. gelişen rus yazılım sektörü yakında buna elini atabilir

2- semerkant
ortaçağ'ın mezopotamyası ile yakınçağ'ın amerikası arasında süregiden, alparslan'ın anadolu fethi, alamut kalesi fedaileri ve hayyam'ı hem arkaplan hem de ana karakter olarak kullanan bir roman, neden bir oyun olmasın... gayet elverişli değil mi bir adventure olmaya?

3- amat
fantastik öğelerin, felsefe ve mitolojinin, akla gelen bin bir türlü hayal ürünü nesnenin bir araya geldiği muazzam romanın, denizci/korsan oyunlarına harika bir arkaplan oluşturacağı muhakkak... sürpriz sonu ve eğlenceli hikayesi ile harika bir proje ortaya çıkabilir. bu olayı gerçekleştirecek yerli yapımcı olmaz mı? (olur mu?)

4- benim adım kırmızı
nobelli orhan abinin romanı, içerdiği bir çok katmandan sadece polisiye öğeleri kullanılarak bile bir değil en az iki oyun çıkarılabilecek yoğunlukta bir eser. böylelikle kitap okumaz, siyasi tavrı nedeniyle afaroz edildiğinden dolayı da orhan'dan tiksinir konumdaki türk genci belki bu mecra ile de tanışır (iyimserlikte bir numara)

5- ninatta'nın bileziği
her devrin filmi/oyunu var da maden devrinin bir dönem filmi/oyunu yok. oysa o dönem için yazılmış bir çok kitap var. ahmet ümit'in döneme ait hitit edebiyatının biçemini yansıtmaya gayret ettiği ve tarihi gerçeklere uygun olarak kurguladığı romanı/öyküsü, çok hüzünlü bir oyuna ev sahipliği yapsa da piksellerimiz biraz da gerçekçi antik çağ oyunu görse...

16 Kasım 2008

tercih listesi

hangisini seçerdin? kimi insan için kolaydır tercihler, "pencere kenarı olsun"... kimisi için en basit şey bile zordur, "allahım çorbama tuz koyayım mı, teletabi, amin"... ama şurası kesin ki herkes belli başlı hususlarda ikilem yaşar. işte size benim ikilemlerim:

- çok sıkışık geçirdiğin saatlerden sonra çişini yapmak mı yoksa seks yapmak mı (ne yalan söyliyim, çişi tercih ediyorum)

- jude law yahut jack black (jack black tip olarak genel hatlarıyla çok az bana benziyor, hani tombiş yanaklar, böyle yakışıklı değil ama sempatik tabir ettiğimiz insan modeli, ne olur onu seçin kızlar diyorum)

- e-mail oldukça hızlı bir iletişim yolu, pekiyi ama mektubun sıcaklığı... (halt etmiş mektup, postacılar belki işsiz kalacak ama e-mail bile demode artık, im ve voip ortamlarından sonra)

- odun yanan bir şömine mi yoksa anında ısıtan bir infrared ısıtıcı mı (ki bütün romantizmi elimin tersiyle itip ısıtıcıyı seçmemi sağlayacak iki koca kışı atlattım arkadaşlar, belirteyim)

- newsweek mi yoksa der spiegel mi (türkiye edisyonu da olduktan sonra benim tercihim newsweek ama der spiegel'in de türkiye edisyonunu görmek isterdim doğrusu)

- the simpsons oder the family guy (donuts are much like life, round in the outside and empty in the middle - homer j simpson)

- age of empires / command & conquer (ilk gözağrısı derler c&c ye ama, mythology felaketini saymazsak aoe ezer rahat)

- seks mi sarılıp uyumak mı (listenin başında haksızlık ettiğim için senden özür diliyorum seks... tabi ki daima seks...)

- internet explorer mı yoksa mozilla firefox mu (google chorome dersem tam bir göt gibi davranmış olurum)

- blogger gavur işi, blogcu çok yöresel (ki bu site şimdilik bloggerdan yayınlanıyor, değil mi paşam)

- blog mu ekşisözlük mü (seçiminde daima blog tercih edilir, çünkü blogda moderasyon senin elinde paşam..)

- blog mu günlük mü (ben blog dan yanayım, eğlenceli bir alternatif edebiyat oluşturuyor kanımca)

- chp mi akp mi (chp... ama oy pusulasında başka partiler de var)

- yarısı dolu mu yarısı boş mu (daha da önemli soru, suyun yarısını kimin içtiğidir... ben içtiysem, kalan yarısını da içerim, başkası içtiyse "olm git bana yeni su getir"... "ya da vazgeçtim rakı koy bana rakı)

yeni rakı mı efe yaş üzüm mü (sonuna kadar yeni rakı... ama bir ara izmir sakızlıyı da deneyin)

devam edecek...

15 Kasım 2008

yaşasın blogger

evet, aylar hatta yıllar süren kişisel gelişim yolculuğumda tuttuğum yepisyeni bir yol var. yaşasın ifade hakkı! yalnız şu da var, bu hakkın ne kadar süre daha elimizde kalacağını bilmiyoruz. şu yahudi/ermeni/rum/her-türlü-kötülük-amaçlayan-kurum-ki-büyük-olasılıkla-din-ve-millet-düşmanıdır sıfatlı google denen şeytan şirketin emeli ve ameli ne gösterir bilinmez...

bütün dünya el birliği etmiş, bizim kötümüze kötüme kirmek istiyürler.

ne türkiye'ymiş be arkadaş!

ha, beslendiğim membaları birbir yazsam, haklarında da iki kelam etsem... mi???

1- internet tarihçesinde her türlü--- web 1.0/2.0/2,5 --- daha önce mirc/icq muhabbetleri --- sonradan sonraya ekşi sözlük benzeri oluşumlar ve sözlük klonları --- nihayet bilimum imece evet!!

a) mirc - bu atraksiyondan öğrendiğim şey, internette, çoğu zaman da takma adla imzalanmış, yazıdır resimdir, yorumdur falan görürsen çok ciddiye almayacaksın. yazan kişinin gözlüklü/sivilceli olma riski tavan yapmıştır.

b) forum siteleri - efenim "kendi uploadumuzdur" furyasından önce adam kipin fikir tartışılan forumlar da vardı ama artık kalmadı tabi... onlardan çok esaslı bi kişilik edinmek mümkün değildi, ama site reklamı yapmak ve bir iki kafa dengi "im-buddy" (instant messaging buddy= sadece internette mesajlaştığın kanka benzeri kişi ya da kurum) çıkarmak mümkündü.

c) ekşi sözlük ve klonları - büyükçe bir "iyilik yaz internete at" fikriyatı, ayırca sağlam bir mizah anlayışı kazandırdı bir nesle... bu kadar şişmanlamasa çok eğlenceliydi ekşi, ama onun açtığı yolda gösterdiği hedefe durmadan yürüyen klonlar sağolsun. not: ekşiden atılıp da ekşiye laf eden klon site yazarlarına ayrıca kafam girsin... insan utanır lan :p

2- yani, neticede vardığım nokta şöyle, blog yaz denize at.. aman o espriyi yaptım, ses de getirmedi sanırım daha önce...

3- blogu okuyan yoktu önceden, bundan sonra da olmayacak ama asıl önemli olan evrimsel süreç içinde blogların o kadar ciddileşmesi ki yasaklanır hale gelmeleri... birileri kafaya takıyor arkadaş bizleri...

4- işte bunun içindir ki, öyle gri ve "ne oluyorsa ben biliyorum" büzzüklüğü yaptığım blog da sıkabilirdi beni. elimde kitap/gazete/dergi dolu, klavyem elimin altında, yazmadan duramam. yazdıklarımı türlüsünü okduğum saçma sapan şeyler gibi gri tonda yazmak yerine gökkuşağı gibi rengarek de yazabilirim.

5- gökkuşağı versus gay ve lezbiyenlere özgürlük... and the winner is, "en az üç çocuk yapın"

11 Kasım 2008

yalnızlık kader değil tercihtir

kış güneşi vurmuş salonda, kanepenin üzerinde sevgiliyle sarılarak öğlen uykusuna yatmak. vadiyi çınlatan öğlen ezanı sesiyle en ufacık şehvet duygusundan bile sıyrılarak, sadece derin bir sevgiyle sarılmak. sevmekten ve sarılmaktan lezzet duymak.

bir saatlik kısa uykudan sonra kalkıp iş başı yapmak. telefonlar, havadisler, haberler ve yazılar eşliğinde bir gün geçirmek. beraberce en büyük problemlerle yüzleşmek. birbirimize üçüncü kişi olmadan, ortak bir varlıkmışçasına yaşamak.

evimiz değil de yuvamızın olması, yuvayı kuşlarla ve köpeklerle, belki bir kaç da insanla paylaşmak.

ben değil biz olmak.

birbirimizin çıplak tenlerini okşarken şehvet değil de sevgiyi duymak, duyabilmek. hiç bir zorunluluğumuz olmadığı halde birbirimizi seçmek ve bu seçimi sevmek.

sonra, işler eksisi kadar lezzet vermemeye başlarsa, tüm bu anıları hiç yaşanmamış saymak ve ayrılıp kendi hayatlarımıza savrulmak...

işte bunu için aşık olmuyorum, olmuyorsam eğer.

10 Kasım 2008

insanlığı temize çekmek

köpekler havlıyor.

artık günde iki öğün yemeye alışmalıları. karınları ekmek ve yoğurt ile şişiyor olsa da, alışmalılar buna. üstelik yarın annecikleri geliyor, yanında vitaminli mamalar ve kürklerini parazit işgalinde koruyacak ilaçlarla...

içme suları azalmış, bahçeyi de darmadağın etmişler... nereden buluyorsunuz o çuval/örtü/bez/çaput parçalarını her zaman... balkon harp alanı, sanki miğfer dibi burası.

onları seviyorum. köpeklerimi. köpek milletinin mensubu olan komşularımı, köpek suretinde ev arkadaşlarımı, insan olmayan üvey kardeşlerimi.

evimi, bahçemi, yemeğimi, rızkımı ve yalnızlığımı paylaşıyorum bambaşka bir mahluk cinsiyle. insan olduğumu "temize çekiyorum" onları her okşayışımda.

onlarla 6 ay çabucak geçti ve bir köle gibi bağlandım onlara. merak ediyorum, ben mi onları sahiplendim yoksa onlar mı beni diye... onlar mı benim köpeğim yoksa ben mi onların insanıyım diye...

05 Kasım 2008

red alert 3 geliyor

red alert 3 de size kapak olsun (kankasavar bir espri oldu)

red alert, orijinal olarak satın aldığım ilk oyundu. gerçi sovied cd sini kaybettim, arşivden çıkmıyor, ama allied cd hala durduğuna göre, red alert arşivimde önemli bir yer tutuyor demek için geç değil.

westwood'un yer ile yeksan olmasının ardından command and conquer serileri ile ilgili ürünler electronic arts'ın sineğin yağını çıkarıp satma politikası çerçevesinde üretildi. bu zincirin son halkası ise red alert 3 oldu. henüz oynamak nasip olmadı ama, red alert 2'nin c&c serileri içerisinde en sağlam taktik savaş imkanı sunan oyun olduğu düşünülürse, ra3'ün iyi olmasını ummak mümkündür denilebilir.

bu arada, red alert'in ilk sürümü cd classics adı ile ücretsiz olarak internet üzerinden dağıtılıyor. bundan da geçtiğimiz ay, oyungezer'in dvd ekinde oyuna yer vermesiyle haberim oldu. oynamamış olanlar indirip oynayabilirler.

notlar:
1 - red alert for win 95 denilen zımbırtıyı vista'dan nasıl sileceğimizi bilen varsa bir şekilde bana öğretsin... internette bulduklarım hiç işe yaramadı... formatı düşünüyorum. 

2- bu zımbırtıyı linux'a kurmak için wine (wine is not an emulator) ayarları falan ile ilgili bilgisi olan da beri gelsin bu arada. 

3- bi de red alert: a decade later yazısı var ki, onu da okuyun derim ben.

oyun yazıları üzerine

internette yayınlanan oyun yazılarında, kağıt dergi formatını benimsemenin sorunlu olduğuna inanıyorum.

internet okuru büyük çoğunlulukla kısa ve derli toplu, özet bilgi şeklinde metinleri başvuru kaynağı olarak tercih ediyor. daha uzman ve tematik sitelerde, farklı yazarların farklı detaylar üzerindeki farklı yorumlarına verilen bağlantılarla da bakış açılarını şekillendirmekten yanalar...

internet okuru, sayfalar dolusu ve hayli de laf salatası muhabbet taşıyan, tamamı dil ve semantik bakımından yetersiz, çoğu da özensiz olan görüntüde "inceleme" yazılarına itibar etmiyor.

türkiye'deki internet oyun yazarları da zaten oyunları bir çok yönüyle ele alıp planlı ve tutarlı bir eleştiri yazısı yazmaktan çok, bir oyuncu gözüyle baktıkları oyunu okura muhabbet havasında anlatıyorlar. neticede okuyucu, yazıdan sonra oyun ile ilgili çok az bilgiye ve oldukça sığ bir görüşe sahip oluyor.

yani; çok yüksek puanlar verilerek ödüllere layık görülen oyunların eleştiri yazılarının içinde bile, okurun oyunu satın almasını teşvik edecek kriterlere değinilmiyor.

hal böyle olunca pıtrak gibi çoğalan internet oyun yazarlığı, bir sektör ya da bir basın kolu olamadığı gibi, yazılı basına besleyici olacak internet kamuoyunu da yaratmaktan uzak kalıyor.

daha sonra, nasıl yazılması gerektiği ile ilgili fikirlerimi de ilave ettiririm şekerler. okursunuz

not: pcoyun.com hâlâ bir "tık" vermedi iyi mi... değil tabi...

akıl defteri

playlist
* avantasia - the scarecrow
* coldplay
* eleuvitte - inis mona (deli çalıyorlar lan)
* malmsteen - i am a viking (long live klasikler)

mood.
it would be nice to cheer-up and give excitement to people.
meâli: şimdi birilerine sataşsak da aklını alsak, nice mutluluk, nice neşe yaşardık be hafız!

(not: onu bunu bırak da, mesaj alındı mı ondan haber ver "hafız"...)

post it yaprağı.
1- sakızlı rakı al
2- patlak mısır alınacak
3- bahçeyi düzenle (gondikler sikertmişler lan)
4- asimov oku, inceleme yaz, belki yayınlayan çıkar (üç beş bir şey sebeplenirdik biz de)
5- fatih'in sınavları var, ders çalıştır (sbs ne ola ki?)

kendime not: kurban bayramına kadar sakal tıraşı olup olmamaya karar verilecek... anasını satayım, sakallı halimiz devendra banhart'a benzese sorun yok da, benimkisi dudullu esnaf cami imamına benziyo yaaa...

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası