30 Kasım 2009

Kötü gidişin sorumlusu benim!

Cebimde beş kuruş yok arkadaşım. Benden borç istemeyin

Düşünmeden edemiyorum; bunca yetersizlik ve yetkinsizlik sarmışken etrafımızı; falanca kurumun yöneticisi konumunda olanlar sadece aldıkları maaşın yeterli ve yetkin olmasıyla teselli bulabiliyorlar mı?

Fakirlik araştırması sonuçlanmış, fakirlik oranı düşmüş. Bayramdan sonra ne güzel haber. Bazen içimden çıldırırcasına sevinmek geliyor. Sonra eskimiş bilgisayarımda en sevdiğim oyunları bile oynayamadığımı, yenisini almak için yeterli param olmadığını çünkü işsiz olduğumu, bu arada iki üniversite okumuş bir de master yapmaya niyetlenmişken hala işsiz kaldığım halde başbakanın "Üniversite okuyan herkes iş bulamaz" şeklindeki süper açıklamasını; fakirlik araştırmasının sonucuna göre tahsil oranı yükseldikçe fakirliğin azaldığını ama ben üniversite okudukça ve master yaptıkça daha çok fakirleştiğimi, bu arada kabineye ya da en azından meclise girebilmiş kişilerin aile efradından kimsenin de işsiz kalmadığını...

Hatırlıyorum ve susuyorum.

O zaman anlıyorum işte. Ülkede hiç bir sorun yok. Her şey toz pembe. Ortalık güllük, gülistanlık. Bir özgürlük, bir ucuzluk değme gitsin.

Bir iki aksayan şey varsa da onun sorumlusu herhalde benim, ya da benim gibi yüksek tahsil yaptığı halde işsiz olan bir kaç zıpçıktı! Biz bozuyoruz hep istatistikleri! Biz de olmasak yüksek tahsillilerin fakirlik oranı iyice azalacak.

28 Kasım 2009

Menajer gönderen takımın sanal maceraları

Bir Ağustos sonuçlarına bak bir de eylül... İstikrar şart!

Gerçek Kasımpaşa, önce Trabzonspor sonra Fenerbahçe'yi yenerek son haftalarda büyük sükse yaptı. Moritz de yakında büyük takımlardan birisinin yolcusu olur gibi geliyor bana. Bu işlere daha çok Demirören ve Aziz Yıldırım meraklı. Neyse...

Gerçek Kasımpaşa'nın aksine, ben lige hızlı girip sonradan duruldum. İlk ayda büyük başarı yakaladıysam da ikinci ayın zorlu fikstürü beni yere serdi. Bu ay oynadığım üç maçta 1W/1D/1L istatistiği yakaladım ve sadece 4 puan alabildim. Yine de kaybettiğim takımın Beşiktaş olduğunun altını çiziyorum!

2009/9/13
Kasımpaşa: 3 Gençlerbirliği: 2
Güçlükle çevirdiğim bir maç oldu. Çok fazla söylenecek bir şey yok, kazanmış olmayı ben şansımın yave gitmesine bağlıyorum. Kayda değer bir oyun olmadı iki takım için de ama bol gol vardı. Orta sıralardaki rakiplerimden olan Gençler'e evde puan kaptırmamış olduk en azından.

2009/9/19
Beşiktaş: 3 Kasımpaşa: 0
Kadro belli, bütçe belli, durum belli; velhasıl skor da belli! Eğri oturup dorğu konuşalım, deplasmanda son şampiyona karşı oynayan yeni küme atlamış bir takımın kaybetmesi olağan bir durum. Üzücü olan, takımın sahada bir şey sergileyemeyen, olumsuz görüntü çizmesi... Yeni taktik sistemine alışamadığımdan maçlara müdahale etmekte güçlük çekiyorum. Yaptığım hamleler ya işe yaramıyor ya da ters tepiyor. Büyük takımlara karşı yitirilen puanlar önemli değil ama sıralamada rakibim olacak takımlar için büyük handikap.

2009/9/27
Kasımpaşa: 1 Antalyaspor: 1
İşte o handikaplardan biri. Hazırlık maçlarında forvette denediğim Azar Karadaş'ın bu sezon attığı ilk gol, birinci yarıdaki penaltı golüydü. Onun haricinde sadece solda Moritz biraz varlık gösterdi, takım oynamaya istekli değil. Bu durumun geçici olmasını umuyorum. Rotasyonda Fatih Akyel'e şans verdim. Bu maçta sağ bekte 6,5 puanla oynadı. Martin Baran da o puanı alabildiğine göre yola onunla devam etmek mantıklı.

Gökçek'in son harikası Ankaraspor'un durumu FM'ye yansıtılmadıkça TSL oynamanın keyfi yerine gelmez.

Kasımpaşaspor Kulübü A.Ş.
9th: 3W/2D/2L, 13 p.

Sıralamada 5 basamak birden kaybetmek hoş değil ama Denizlispor'un gerçekçi olmayan galibiyet sayısı, zorlanan Antalya karşısında da futbol adına bir şey oynamamış olmanın sonucu bu işte. Hayıflanmam yersiz, 9 puanın 5'ini kaybettim, 4'ünü kazanabildim. Yani başarı oranım %45. Bu rakam her şeyi açıklıyor, bu ay büyük başarısızlık yaşadım.

Oyuncu performanslarına gelirsek... Emeklilik bekleyenlere bu ay şans tanıyayım dedim ama hayal kırıklığına da uğradım. UEFA Şampiyonluğu olan, Avrupa görmüş Fatih Akyel resmen mızmız. TSL'nin kurdu Cenk İşler'in takıma faydası yok! Murat Erdoğan, Ali Güneş... Off içim karardı!! Bu arkadaşları takıma doldurursan sonuçlarına da katlanırsın. Fatih ve Ali Güneş varken sağ tarafı Christian Keller ve Martin Baran ile oynatma ihtiyacı duyuyorsam durumun vahametini siz anlayın.

Bu ay böyle geçti. Gelecek ay neler olacak derseniz, işte 10/2009 programı:

2009/10/4 - Denizli (D)
Denizli lige fırtına gibi girdi, aynı biçimde de devam ediyor. Olaylarını çözmek için bir iki maçlarını izledim ama kayda değer bir izlenim edinemedim. Yeni taktik sisteminin maça etkilerini okumakta hala güçlük çekiyorum. Allah sonumu hayır etsin. Beklenti: 1 p.

2009/10/18 - Gaziantepspor
İçeride çok puanlar verdik. Rakip konumdaki Antep'i muhakkak yenmeliyim. Şansıma, şimdiye kadar tek galibiyet alabildiler. Ama bu formsuzlukları benim maçta tersine dönerse ben de başaşağı gitmeye başlarım demektir. Tam da "Telafisi yok" türünden! Beklenti: 3 p.

2009/10/24 - Eskişehirspor (D)
Gerçekte Eskişehir gayet iyi gidiyor, oyundaysa dipteler. Deplasman olmasaydı kolay maç derdim ama puan yitirirsek bile fazla sallanmamış oluruz. Yine de buraya kadar kaybettiğim puanları telafi etmek için, şüpheli Denizli ve Antep maçlarında oluşacak kazaların yaralarını sarmak için tek yol kazanmak. Beklenti: 3 p.

2009/10/28 - Konyaspor (Kupa)
Çok önemli bir Fener maçı öncesi, 1 haftada 3 maç oynayacağım. Birisi de telafisi olmayan kupa maçı. Allahtan rakip Konya. Tamam, sağlam pabuç değiller ama, mutlak favori olduğum bir maç olacak. Mazeretim yok. Beklenti: 1 p.

2009/10/30 - Fenerbahçe (D)
Kasımpaşa'nın gerçekte Fener'e Kadıköy'de 3 atması sizi aldatmasın. Asıl rakibim Fener değil, dahası bundan önceki maçlarda çok zorlanacağım garanti. Yorgun argın Fener deplasmanında bırakın puanı, tabelayı bile düşünmüyorum. Beklenti: 0 p.

25 Kasım 2009

İyi ki zamanında "atmamışız"

Dilimde tüy bitti, bu iddaa işine o kadar girmeyin diye... Ama millet seviyor kumarı arkadaş

Daha önce atmation şeklinde bir etikete başlamaya karar vermiştim ama yeterli motviasyonu bulamayınca devam ettirmemiştim.

Sadece spor bahisleri için değil, kumarın her türlüsü için düsturum "Kumarı oynatan kazanır" şeklindedir. İşin kötüsü, hafiften bir zaafım da var kumara. Bunun için hiç oynamamayı tercih ediyorum zaten.

Neyse, spor bahisi mevzuuna dönelim. Her türlü olayda kendisini her zaman haklı, rakiplerini her zaman haksız gören spor yöneticilerini fazlasıyla ilgilendiren olayların yaşandığı bir kaç hafta geçirdik.

Geçen haftaki BBL GS-CC vs Ülkerbahçe maçında taraftarlar cozutmuş, maçı GS kazanmış, maçtan sonra Adnan Polat da sanki taraftarlar gemi azıya almamış gibi aralarına girip hatıra fotoğrafı çektirmişti. Daha sonra hazırlık maçında GS'nin hile yaptığı ortaya çıkmış, takımı ligden ihraç seviyesine kadar getirecek olaylar baş göstermişti. Bunun üzerine FB'li yöneticiler de GS'yi, gerçi hak ediyorlardı ama, yerden yere vurmuş ve "Psaaa, cin con diil mi, hep aynı hikaye" demişti.

Şimdi UEFA, Fener'in Avrupa maçındaki rakibi Honved'in şike işine burnuna kadar battığını ve şüpheli maçlar arasında Fener maçının da olabileceğini söylemiş.

Yanlış anlaşılmasın, şikeden şüphelenilen takım Fener değil. Ancak işin içinde şike olduğunda galibiyetin de öneminin azaldığı bir gerçek. Yani soruşturma sonunda Fener'in herhangi bir ceza almasını beklemiyorum. Ama spor bahisi şirketlerinin verdiği iyi bahislere kapılıp Avrupa maçında yatan zayıf bir rakibi yendiği için için haftalardır kasım kasım kasılan Fener'in de, insanın istemeden de olsa bu pislik işlere bulaşabileceğini kötü yoldan görmüş olması üzücü ve bir o kadar da ironik.

Uzun lafı kısası: Hanginiz adamsınız da diğerinizi adam olmamakla suçluyorsunuz. (Beşiktaş'ın da karnesi iyi değil, Trabzon'un da... Cavcav desen, bu sabah televizyonda Antalya ve Bursa'yı itin şeyine soktu... Çok güzel hareketler bunlar)

Steam'in açtığı kapıdan girenler: Runic Games

Runic Games, başarılı bir satış yakalarsa Torchlight'in MMO'sunu da yapacak... Herkes Steam'e hücum etsin lütfen...

Oyun fenomeni Half-LifeSierra ve küresel dağıtıcısı Vivendi ile birlikte yaratan Valve'in desteğiyle kurulan ve ilk aşamada ikinci nesil Valve oyunlarının dağıtımı için kurulsa da daha sonra bir çok firmaya online dağıtım hizmeti veren Steam, bağımsız geliştiriciler ve küçük bütçeli yapımcıların da göz bebeği oldu.

Steam'in ilk başarısının hangisi olduğunu belirlemek zor. Ancak en büyük başarıyı Braid'in sağladığını söylemek haksızlık olmaz. Bir çok bağımsız geliştirici projelerini tanıtmak için kırk takla atarken, Braid Steam sayesinde hem büyük bir dağıtım alanı ve pazar buldu hem de rakipleriyle karşılaştırılamayacak bir reklam macerası. Steam'in Braid'i doğurduğunu söylemek abartı olmaz.

Yeni oyuncular
Bu kapıdan giren bir diğer firma da Runic Games oldu. Mobbing midir, ilkesel anlaşmazlıklar mıdır, yoksa Vivendi-Activision ekseninde bir gidip gelmek midir bilinmez, Blizzard'ın yaratıcı ekibinin en önemli elemanları uzun süre önce şirketten ayrılarak Flagship Studios adında bir firma kurmuş, bangır bangır reklamını yaptıkları "Diablo killer" projeleri Hellgate London ile çuvallayınca da iflas etmişlerdi. Flagship'in sancaktarı Bill Ropper kendisine çuvallayacak başka işler buldu, ama Blizz-North'un yaratıcı ekibinden olan ve Flagship'in de emekçileri arasında yer alan çekirdek kadro bir araya gelerek Runic Games'i kurdu ve kendi projelerini üretmeye başladılar.

Pek ses getirmeyen Fate ve telif kavgasına kurban giden Mythos'dan sonra, sessiz sedasız çalışmalarını sürdüren Runic, Steam ile gücüne güç kattı ve yeni oyunları Torchlight'ı Steam üzerinden, hem de 20$ barajında dağıtarak benzeri görülmemiş bir satış başarısına ulaştı.

Üstelik baştan ayağa "Diablo-killer" olan oyun hakkında bir kez bile bu yönde tanıtım yapmadıkları gibi, forumlarda kullandıkları tanımlama ""Diablo-tribute" oldu. Görünüşe göre Hellgate'i çuvallatan gerçekten de Ropper'ın kompleksiymiş, kim tahmin edebilirdi ki (ben?!).

Eski alışkanlıklar
Runic, yepyeni hit oyunun bir editörünü de yayınladı ve fanatikler şimdiden mod işine giriştiler bile. Bu da eski Blizzard'ın ve Bethesda gibi oyuncu dostu firmaların takındığı yapıcı tavıra benziyor; ouncu oyunu satın aldıktan sonra üstünde her türlü hakka sahip olabiliyor ve yapımcı bu haklar üzerinde kontrol sahibi olmayı talep etmiyor. WOW'u geçtim ama bilhassa SC2 ve D3 için yeni nesil bir Battle.net geliştiren Blizzard'a ders olsun.

Bana öyle geliyor ki, oyunlarını yaratırken dağıtımcıların tuhaf pazarlama planları çerçevesinde eğilip bükülmekten rahatsız olan Valve'in başlattığı Steam projesi de en çok Runic Games gibi oyunsever profesyonellerin işine yarıyor.

Honors even at Recep Tayyip Erdoğan

İlk ayın performansı ilişikte sunulmuştur...

Football Manager 2010'a ilk bakışı attığım yazımda, bir yurdum klasiği olan "Muhitten çıkan mehşuru sahiplenme" hadisenin doruğuna çıkan, Kasımpaşalı Başbakan'ın adının verildiği stadından ötürü Kasımpaşa'yı oynamayı tercih ettiğime değinmiştim.

Bana öyle geliyor ki, daha önce Blyth için yaptığım bir kariyer yazısı denemesini bu kez de Kasımpaşa için yapsam, keyifli bir okuma macerası yaratabilirim sizler için. Bundan ötürü, oyunun bilgisayarıma yaptığı her türlü kastırmaya rağmen ısrarla devam ettiğim Kasımpaşa maceramdan kesitleri sunuyorum

Kadro değerlendirmesi
Amcamlar yeni/eski Türkiye yıldızlarıyla adı sanı duyulmamış yabancıları bir araya toplayıp berbat bir takım kurmuşlar. Maaşallah Ali Güneş'inden Fatih Akyel'ine, Koray Avcısı'ndan Murat Erdoğan'ına, İstanbul takımlarının bütün döküntüleri Kasımpaşa'da... Hepsiyle sezon başında sözleşme yenilendiği için ne satabiliyorsunuz, ne sözleşme feshedebiliyorsunuz. Kasada para yok, kovamıyorsunuz da... Mecbur bu arkadaşlarla oynanacak!

Fena randıman alamadıklarımız da var. Nourdin Boukhari, (Buhari), Andre Mouritz gibi yabancılar TSL seviyesinde hatta zaman zaman üstünde oyuncular. Maaş aralıkları da 3000-5000£ seviyesinde, yani elinizde tutmaktan zarar gelmez. Ancak diğer yabancıları ve yaşı kemale ermiş Türk oyuncuları bir şekilde göndermeden uzun lig maratonunu tamamlamak mümkün olmayabilir.

Kasımpaşa Spor Kulübü
Media prediction: Relegation candidate
4th: 2W/1D/1L, 7 pts.

Gördüğünüz gibi beklentilerin üstünde bir performansla lige giriş yaptım. Deplasman iç saha ayırt etmeksizin önüme gelene gol attım. Ligin ilk ayında toplanabilecek puanlarda 7/11 yaparak sıralamada yukarıları zorlayacağımı kanıtlamış oldum. Maç maç performansa bakarak değerlendirmeyi detaylandıralım

2009/08/08
Kasımpaşa: 4 Büyükşehir Bld.:0
Lige başlamak için ne güzel bir yol. Maçtan önce rakip antrenör "Pısaaa Serhat kimmiş" deyince gördü hoşafın suyunu! Takımı, sezon boyu oynatmayı planladığım 4-4-2'den farklı olarak 3-6-1 ile sahaya sürdüm ve takımın gol bölgesine kolayca geçebildiğini ama pozisyona giremediğini görünce asıl taktiğim olan 4-4-2'ye döndüm. Skor kendiliğinden geldi. Gökhan Güleç 2 golle yıldızlaştı.

2009/08/16
Sivasspor:2 Kasımpaşa:1
Gerçeğin aksine Sivas oyuna geçen iki yıldaki performansını aratmayacak biçimde başladı ve içeride puan kaybetmedi. İlk kurbanları da ben oldum. 4-4-2'nin oturmaya başlamasıyla derli toplu bir görünüm sergilediysek de, penaltıdan Gökhan Güleç'in attığı gol olmasa tabelada adım yer almayacaktı. Oyuna gelecek bir patch ile Sivasın gerçekte olduğu gibi dibi görmesini diliyorum.

2009/08/22
Kasımpaşa: 2 Kayserispor:2
İki defa geriye düştüğüm bir maçta, istikrarlı rakibimden 1 puan almayı yeterli görüyorum, malum kadro berbat! Bu kadroya ısrarla 4-4-2 oynattığımdan, orta sahada sık sık zorlanıyorum ama tek forvete inersem de takım pozisyona girmiyor. Bunun için orta alanı hızlı geçtiğim ve göbek yerine kanatları kullandığım "Ada Futbolu v1" taktiğimin FM10 için revize edilmiş halini kullanıyorum şimdilik. Sanırım sezon içinde taktik oturacak, takım da alışacak ve Kayseri bile olsa içeride bu kadar kolay puan vermeyeceğim.

2009/08/30
Manisaspor: 2 Kasımpaşa: 3
Deplasmanda erken bir golle öne geçtikten sonra oyundan silinip tekrar mağlup duruma geçerseniz ne yaparsınız? Takıma müdahale edersiniz değil mi? Ama elimde müdahale edecek bir kadro olmadığındandan büyük bir değişiklik yapamadım ve sadece Touchline ayarlarıyla maça müdahale etmeye çalıştım. Şaşırtıcı bir sonuç verdi, Gökhan Güleç ve Diego Ruiz'in golleriyle maçı son anda çevirerek deplasmandan 3 puan almayı başardım.

23 Kasım 2009

Sağlık hedeflerini rakamlaştırmak

Ben kilo vermek istemiyorum ki diyen yalancıdır.
Ben karın kası istemiyorum ki diyen şerefsizdir.
Ben aslında şişmanlardan hoşlanıyorum diyenin kendine saygısı yoktur.

Yaz başı yazdığım blogpostta fazlalık 10 kg ağırlıktan kurtularak yeniden 2 basamağa düşmeyi, ayrıca bel çevremdeki simit biçimli yağlanmaları da yaşımın gerektirdiği seviyelerin altına indirmeyi (20-30 yaş grubu erkekler için üst sınır 95cm) umduğumu söylemiştim.

Böbürlenmek gibi olmasın, hedefimin yarısına gelmiş bulunuyorum.

Haziran ayında 108 kg olan vücut ağırlığımı 103'e indirerek 5 kg fazlalığı attım. Kaldı 5 kg daha! Kışın kilo vermek zor ama önümüzdeki günlerde yaşamayı planladığım bazı koşturmalardan sonra o sorunu da aşarım diye umuyorum.

Bel çevresinde de coşum yaşadım. Risk sınırının hayli üstü olan 109cm'den 101cm'e inerek yarıdan da fazlayı kat etmiş oldum. Kışın bel çevresini eritmek zor ama önümüzdek--- Aynı şeyleri söylemeye niyetim yok.

Eveeet... Durmak yok yola devam sloganı sadece bu durumda kullanılmalı bence!

22 Kasım 2009

Eski alışkanlıklara veda: Yenilenen yüzüyle Football Manager 2010

Sports Interactive kutulu fiyat olarak 90 TL belirlemiş.
Bize yine torrent yolları göründü desene...

Football Manager 2009 son dönemde oynadığım en iyi spor oyunuydu. FM8 ile çokça vakit geçirdiğimden uzun süre serinin en iyi oyunu olarak onu görmüştüm. Ama FM9'daki 3D hadisesinin başarıyla kotarılması düşüncelerimi kökünden değiştirmişti.

FM10 piyasaya çıkalı 1 ay, torrent'e düşeli 1,5 ay, bilgisayarıma kurulalı 15 gün oluyor. Bu süre içerisinde sağlam bir gözlem edinecek kadar yeni oyunu oynamayı umuyordum. Araya Ankara işi girdi, ama görünen o ki girmeseydi bile hedefime ulaşamayacaktım. Çünkü FM10'da bir tuhaflık var.

Yenilikler
Öncelikle arayüz tamamen yenilenmiş. Yeni arayüzü sunan standart tema (Skin... Theme... nasıl çeviricez bu arkadaşı Türkçe'ye xD) beyaz ağırlıklı. Ancak şurası bir gerçek ki bu beyaz tema, gözü fena zorluyor.

Tema'yı geçtim. Arayüzde, tek bir ekrana birden çok seçenek sığdırma anlayışı benimsenmiş. Tam kotarılamadığı için başarısız olmuş. Aradığınızı bulmakta zorlanıyorsunuz. Eskiden şakadak bastığınız düğmeler de yeni eklenen sekmeler altında gizlenmiş, sıklıkla kullandığınız bazı seçeneklere ulaşmak zorlaşmış yani.

Yeni arayüzün tadını çıkarmak için koyu reknli temalara yönelmenizi tavsiye ediyorum. Standar dark tema bile işe yarıyor. Yine de ben sanki FM9'un eski gri/yeşil/mavi ağırlıklı temasını özledim gibi. (Arayüze öyle ya da böyle alışırız)

Beğenmediklerim
Oyunla ilgili bir serzenişim ise, programcıların savrukluğuna olacak. FM9'da bile 3D motoru sistemimi zorlamıyor, tıkır tıkır işliyordu. Her yerde "Tüm porgram kodu elden geçirildiği için artık sistem daha hızlı işleyecek" demişler, bunu teyit eden kullanıcı yorumları da var. Fakat bunların "Elden geçti" dediği, ekran kartının belleğine daha çok yüklenmekten ibaretmiş. Oyunu bir süre oynayınca muhakkak vista'nın baş ağrıtan igfx hatasını veriyor. Sorun Vista'da değil, ekran kartının tümeleşik olması yani sistem belleğini paylaşmasında. Kısaca, 1GB bellek hem oyuna hem grafiklere yetmiyor. Ama işin içine Vista girince, bu durumdan kaynaklanan aksaklık bütün bilgisayarı dağıtıyor.

Gayet güzel olmuş lan
Bunun haricinde, oyuna eklenen yenilikleri çok beğendim. Yeni teknik ve istatistik analiz sistemi, maç toplantısı, kulübeden takıma müdahale etmek, oyuncu değişikliklerinde anında team talk verebilmek... Kısaca oyuna getirilen yenilikler hoşuma gitti.

Türkiye ligi deneyimi için, berabere kaldığımda çıkacak olan "Honours even at Recep Tayyip Erdoğan" yazısını görmek için Kasımpaşa seçtim, memnunum. Herkese tavsiye ederim, Belediyesporla falan vakit kaybetmeyin :)

Son sözler (iyice oyun incelemesine döndü ortam)
FM10 çıktı ve düşük konfigürasyonda biraz sorunlu oynanıyor; yani evet, ancak iyi bir sistemde hakkıyla oynanacak. Peki, gelecekte?
FM11'i bilmem ama FM12 taş ve sopalarla oynanacak. (ekşi sözlük'ten entry çaldım, hiç utanmadım)

20 Kasım 2009

Kimse okumasa da yazarım

O kadar kitap okuyorsunuz, biraz da benim blogu okuyun, allahsızlar...

Bazı arkadaşlarım/yakınlarım/okurlarım, bana "Bu aralar nerede yazıyorsun" diye soruyorlar. Blogu işaret ettiğimde "öyle değil, ciddi müessese olarak" diyorlar.

Blogların ciddiyet arzetmediği ortada. Bunu bilimsel çalışmalar yaparak ispatlamanın gereği yok!

İnternet üzerinden çeşitli hizmetleri sağlayanlar ve yeni nesil medya araştırmacıları, her ne kadar blogların varlığının interneti bilgi otoyolu haline çevirmede büyük rol oynadığına vurgu yapsa da, şurası büyük bir gerçek; emeğin yanı sıra para da harcanarak meydana getirilen bir kaç sağlam blog hariç, bloglar narsist günlüklerden ibaret.

Şunu itiraf edelim artık: Her blog aslında bir mastürbasyondur!

Blog yazarı kendi blogu için bu durumu fark etmese bile, okurlar bunun farkındadır.

Blog yazarı sayısıyla blog okuru sayısı örtüşmez. Blogların büyük bölümü okuyucusuzluktan şikayetçidir. Blogların tamamına yakını ilgi alanı kayması sorunu yaşar.

Bloglar, neredeyse hiç biri, okunası değildir.

Ama bu bloglar sanki bizim en büyük ve en samimi projelerimizmiş gibi üstüne titrediğimiz üretim alanları olmayı başarmış durumdalar.

İşte bunun için, kimseler okumasa da yazarıyoruz ve görünen o ki uzun yıllar boyunca da yazmaya devam edeceğiz.

14 Kasım 2009

Yenilikler ve inhaler

Kahve alışkanlığı olanlar için düşünülmüş harika bir çözüm

Blogun nefesini temizleyeceğim çalışmalar kapsamında ilk hedefim etiketleri elden geçirmek. Etiketler çok tematik, bundan ötürü bloga girdiğim postları etiketlerken sıkıntı yaşıyorum.

Ancak bir inhaler ile nefesi temizlemenin vakti geldi. Üretkenliği sınırlayan bazı etiketlere son verirken, yeni bir takım etiketler ekleyerek blogun mecraını genişleteceğimi sanıyorum.

Uzuunca bir süre, Ozan ile birlikte, pek de bir şey yapmadan çalıştığımız ve "Bir blog nasıl öldürülür" listesindeki 5465768 hatanın her birini ifaal ederk öldürdüğümüz iki blog, "Pipililer" ve "Yazılması Gerekenler", benzer hatta aynı isimlerde etiketler biçimini alarak blogda yerlerini alıyorlar.

Bunlara ek olarak, bazı yeni etiketler de blog sınırları içinde aktif olacak ve tahminen hem ğretkenliğimi arttıracak hem de okuru okumaya motive edecek.

Bununla birlikte bazı etiketler de tarihin tozlu sayfalarındaki yerlerini alacak, içerikleri düzenlenerek diğer etiketlere aktarılacak ve yok olacak.

Bu nefes açma süreci de bloga canlılık getirmezse, artık yeni önlemler alırım.

Yutak hastalıkları mütehasısı Hulki ve okuyanların kulak mukozalarını uçuklatan akıl almaz maceraları

Tadilat, bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle yavaşladık. Ama kapanmadık. Açılım modayken kapanmak bize yakışmaz :)

Şaşırtıcı ve sıra dışı blogpost başlığı kullanarak "müşteri" çekmek bayat bir hikaye mi? Haklı olabilirsiniz, başlıklarda cüretkar davranmak çoğu zaman arama motorları için olumsuz sonuçlar doğmasına sebep olabiliyor.

Yalnız bizim kemiklemiş bir okur kitlemiz var (4 kişi... Annem, öz annem bile okumuyor yahuuu).


Bu okur kitlesinin ilgisini belli konulara çekmek için kimi zaman, afedersiniz, götümüzü açtığımız bile oluyor. Ki evet, şimdiye kadar insanları etkilemek için 4 kere götümü açmışlığım var... Büyük bir çığlık kopuyor, evde denemeyin! (Ya da, düşündüm de... Eğer gerçekten götünüzü açmaya niyetliyseniz, sadece ama sadece evde deneyin... Sokakta açarsanız, maazallaaaaaah!!!)

Geride bıraktığımız 10 günü, mevsim hastalıklarına yenilerek yatakta geçirdiğimden ve defter yüzü açıp ders de çalışamadığımdan, yarın gireceğim ALES sınavı hayal oldu. Zaten elimde umut edeceğim hiç bir şey yok; işim yok, param yok (Allah bugünümü aratmasın, o ayrı), çevremde kafa dengi arkadaşım yok, falan fişmekan...

Bu süre içinde bir kez daha anladım ki, koskoca hayatı sidik zoruyla yaşamaya gayret ediyorum işte... Ne yapalım, benim kabahatim değil!

Bu tuhaf "kendine acıma seansı new age version 2.0 gold eddition collectors box set" türü ve mesaj kaygısı had safhada olan girişten sonra blogpostu şu şekilde bitirecek olmak da bana garip geldiği kadar size de garip geliyordur umarım. (Asgari sayıda noktalama işaretiyle paragraf tamamlama yarışmasında dereceye girdim!!)

Blogun beti benzi attı biliyorsunuz. Sadece kendi keyfime blog tuttuğumdan ve ortada "kütüğü" tutulacak bir eserim olmadığından, en azından betini benzini yerine getireyim blogun. Bunu istiyorum.

Evet, söylemiştim, böyle başlayan bir postun böyle bitmesi, blog alemlerinde ne ilk ne de son!

03 Kasım 2009

Pasaklı hayvanların varlığında kişisel hijyen yalan oluyor

Bu masum masum uyuklayan yavru şimdi tam 30 kilo çeken bir kaşık düşmanı. Üstelik, tükürüğü antibakteriyel/antiviral özelliğe sahip olsa da, neticede kendi ayağına işeyen bir yaratık. Allahım, sen koru yarabbim...

Malum, bu aralarda H1N1’in pandemi/epidemi riski var, herkes diken üstünde. Sağlık Bakanlığı da herhalde ABD’nin dolduruşuna gelip satın aldığı, deneyleri tamamlanmamış aşılar bozulmadan vatandaşa “zerkedebilmek” için, buram buram “Aklınıza başınıza devşirin, Domuz Gribi var üleyn” naraları atıyor.

Bu ortamda sazan gibi “Aşı olmayın” demek doğru değil, yine de çoğu grip varyantında olduğu gibi kişilerin kendilerini virüsten basit önlemlerle korumaları da mümkün. Bu önlemlerin başında da kişisl hijyen geliyor.

Gel gelelim, doğuştan va yaradılıştan pasaklı, üstelik ömürleri boyunca şımartılmış ve yaramazlıkları tavan yapmış iki köpeğiniz olduğunda, hijyenden söz etmeniz mümkün değil. Böyle durumlarda “Keşke kedim olsaydı” diyorum, temiz hayvan namussuz!

Benim azgın “Gondikler”, sürekli toprakta/çamurda/pislikte debelendikleri için buram buram kirlilik akıyor üzerlerinden. Onlara deli gibi aşı yaptırdık elbette; gelin görün ki kendimizi H1N1’letmeye henüz yanaşmadık. Maazallah, bu şerefsizler bir yerlerden daha tehlikeli bir virüse rasgelseler aynen bize bulaştıracaklar. İpneler xD

Evde üç kişi olmanın faydaları var. Yıkanma/temizlenme/köpekleri doyurma işlerini vardiyalar halinde üsleniyoruz. Böylece evde aynı anda herkesin kirli olması gibi bir durum yaşanmıyor. İşin kötüsü, sık sık evdeki herkesin aynı anda temiz olduğu bir durum da yaşanmayabiliyor. Ama şimdilik idare ediyoruz.

Aşı deneyleri bir an önce tamamlansa ve anti-viral ilaçlar da iyice güçlense de, köpeklerimle güven içinde çamur içinde yuvarlanabilsem artık !!!

Not: Ben yuvarlanmasına yuvarlanıyorum da, kendim infekte olup başkalarına da bulaştırırsam diye korkuyorum… Yoksa “Hınzır gribi” bize ilişmez kanka !

OCW projesi ve diğer “Herkese Açık” komünler

Artık sarışın Kuzeyliler'in verdiği dersleri sadece Hindistan göçmenleri dinlemeyecek. Kendi sıranızı kullanmanın vakti geldi.

Open Course Ware, (OCW – Açık Ders Gereçleri) ilk kez MIT tarafından tanımlanıp uygulamaya geçirilmiş, zamanla bir çok ülkede benzer şekillerde işleyen Açık Üniversiteler (AÖF gibi) ve bir çok saygın kolej, enstitü ve üniversitenin katılımıyla zenginleşmiş bir proje.


Bu projeye gönüllü olarak katılan üniversiteler ve belli derslerin hocaları, ders notlarından kendi hazırladıkları yazılı ve görsel ders materyallerine, hatta çokluortam uygulamalarına kadar bir çok ders gerecini, ilgili internet sitelerinde karşılıksız ve tamamen açık olarak halka sunuyor.

Açık yazılımlar

Açık materyal projesi bununla sınırlı değil. Birçok kişi ve kurum, fikri mülkiyet konusunda daha esnek davranıp, normal koşullarda telif yasalarına tâbi olan ürünleri farklı sözleşme ve lisanslar aracılığıyla, tamamen bağımsız ve özgür olarak dağıtıyorlar.

Örneğin bilişim sektörünün dev kartellerinden Microsoft’un her alanda ürettiği sektör lideri yazılımların her birinin, MS’in ürettiklerinden daha başarılı, daha verimli çalışan ve daha kullanıcı dostu, “Açık” alternatifleri var. Sadece GNU/GPL lisansıyla dağıtılan Linux sürümlerinden bahsetmiyorum; herkesin bildiği Mozilla Firefox, Open Office gibi yazılımlar, yüzlerce dolarlık ücretli alternatiflerinden daha başarılı “Açık” yazılımlar.

Açık oyunlar

Bilişim sektörünün en tatlı parası da Elektronik Eğlence alanında kazanılıyor. Sadece iTunes ya da VOD/MOD seçeneklerinden söz etmiyorum elbette. Sektör lideri oyun üretici ve dağıtımcıları her yıl kârlılık oranlarını artırmanın yolunu buluyor.

Ama bu alanlarda da rekabet çok “Açık”, çünkü bunu sağlayan özverili yazılım geliştiricileri var. Bu geliştiricilerin en başında da, bence bir sektör idolü olan John Carmack geliyor. Carmack’in şirketi id Software, yayınlandığında olay yaratan ve her biri yeni bir türün yaratıcı olan oyunlarının program kaynak kodlarını, belli bir sürenin sonunda halka açık bir biçimde, GNU/GPL lisansına uygun olarak yayınladı. Söz konusu ettiğimiz program kodlarının arasında, gelmiş geçmiş en başarılı İnternet FPS’si sayılan Quake 3’ün de altyapısını oluşturan idTech 3 motoru da var.


Daha önce açık oyunlarla ilgili kısa bir yazı yazmıştım. Hastalık derecesinde bağımlısı olduğum Action Cube de bu açık oyunlardan birisi. Ne yazık ki, diğer popüler oyunlar olan Counter-Strike, Unreal Tournament, Call of Duty, Quake gibi serilerin olumlu bütün özelliklerini barındıran, düşük sistem ihtiyacı ve üstün multiplayer motoruyla da hepsinden daha başarılı olan Action Cube, ülkemizde tanınmıyor, sevilmiyor, oynanmıyor. Oysa bence; oyuncuların CS, Battlefield, COD gibi serilere gösterdiği önemi Assault Cube da bekliyor ve hak ediyor.


OCW çağrıları

Öte yandan, ülkenin en önemli üniversitelerin bile çok yetersiz biçimde dahil olduğu, daha doğrusu dahilmiş gibi davrandığı OCW yaklaşımı da, Türkiye’deki “Açık kaynak” konseptinin yerini anlamamız için iyi bir kriter.


Yenilikçilik (Innovation karşılığı olarak kullandım) kavramının en sağlam ve lider temsilcileri olmalarını beklediğimiz üniversiteler, görünüşe göre fikri mülkiyet konusunda kapitalist ekonomik paradigmadan yana olan düşünce ve bilim insanlarının istihdam edildiği yerler. Çok az sayıda üniversitenin çok az sayıdaki hocası, çok yetersiz “Açık bağışlarla” OCW’ye destek veriyor.

02 Kasım 2009

Ben yazmaktan bıktım Telekom kesmekten bıkmadı arkadaş!

Arkadaşlar çok yaratıcı bir çalışmaya imza atmış, bravo doğrusu. İnternet haberine kablo resmi koymuşlar... Tebrik ediyoruz canı gönülden...

Aslında kesme yok, ama “Telekom bağlayamamaktan…” yazsaydım vurucu bir başlık olmayacaktı. Ne yapalım, Hürriyet okuya okuya (ya da adını koyalım, zorla Hürriyet okutula okutula; çünkü Hürriyet şaşırtıcı derecede yüksek tiraj elde ettikçe bütün gazeteler onu taklit ediyor), Hürriyet manşetlerine benzer blogpostlar yazmaya başladık.

Neyse sevgili okurlar, gerçi pek okumuyorsunuz ya artık, okuyacak olsanız bile materyal bulamama sıkıntınız devam ediyordur. Zira daha önce defalarca yazdığım, artık yazmaktan yorulduğum üzere, limoni bağlantım fasılalarla kurulabiliyor. Bir gün var, iki gün yok, üç gün yarı performans, sonra bir gün neredeyse 8Mbit, sonra bir gün yine yok… Ne yapalım, “Burası Türkiye” demeye alışmışız artık.

Hizmet kalitesinde altyapı kusurlarından kaynaklanan aksaklıkları sözleşmeye “İstisnai durumlar” diye geçirmeyi iyi bilen TTNet, zamlar/aldatmacalı tarifeler/kampanya görünümlü pazarlama hileleri aracılığıyla abonelerinin faturalarına geçirmeyi de gayet iyi biliyor. İki yanlış bir doğru ediyor, sağolsun memleketi “Adeta pazarlamakla görevli” hükümetin üç otuz paraya ele sattığı Telekom, zenginleşmeye devam ediyor.

Ne yapalım?! Bloglardan afişe ede ede bir yere varılmıyor. Dilekçeler ve tüketici haklarını koruyan derneklere şikâyetlere cevap gelmiyor. İnanın, gerçi elimde pek bir şey de yoktu ama, bir dönem sahip olduğum medya gücünü yitirdiğime üzülüyorum. Gerçi defterleri kapatmak benim doğamda var, ama şu gazete defteri kapanmasaydı iki kelime de Telekom’a yazardım, içimde kalmazdı.

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası