16 Kasım 2014

MERS, Ebola ya da Plague Inc.

Pek güdük olan Android versiyonunu oynayınca hayal kırıklığına uğradığım, gördüğüm ilk iOS'li alette emizlercesine başında kaldığım Plague Inc. adlı minik mi minik oyuncuktan, bilmem haberiniz var mı? Bu blogpost'un konvansiyonel anlamda bir oyun incelemesi değeri taşımasını beklemediğinden üslubunu da oraya kaydırmak gibi bir niyetim yok. Ancak 2,5 yıldır oyuncuların beğenisine sunulan bu oyundan sonra dünya genelinde, ölümcül risk taşıyan salgın hastalıklar konusunda bir algı artışı olduğunu da ifade etmeden geçmememiz gerektiği kanısındayım.

Bu algı artışını oyunla ilişkilendirmek gibi bir vesveseye kapılacak değilim. Algı artışına asıl sebep olanın, tedavisi bulunmamış bulaşıcı hastalıkların salgın oluşturma konusundaki "başarılarının" giderek artması geliyor. Son yıllarda domuz/kuş/keçi/kurbağa gripleri sayesinde (!!!) her kış insanlığımızı unutur olmuştuk. Bunlar yetmezmiş gibi bir türlü bitmek bilmeyen kene ölümleri de "Kene mi salgın var ahauhau" biçiminde şakalar yapmamızı mümkün kılmaya başlamıştı. Ancak 1,5 senedir gündemde yer işgal eden Ebola ve MERS salgını haberleri şakası yapılmayacak kadar ciddi bir hal almaya başlayınca ve özellikle de bölgemizdeki siyasi durum kitleleri birbiriyle sıhatsiz koşullarda temasa zorlar bir hüviyete bürünmüşken, salgınlar konusunda farkındalık yaratılmış olması için biraz geç kalmış olabileceğimiz hissine kapıldığımı itiraf etmeliyim.

Gaia Teorisi denen şeyi, bilmiyorum duydunuz mu. Aslında bu Gaia Teorisi tam bir gayya kuyusudur da (espri gibi değil gibi) kısaca özetlemekte yine de fayda görüyorum: Bir ekosistemde (burada söz konusu dünya olduğu için esasında biyosferin tamamında) varlığını sürdüren ve çevresindeki inorganik materyallerle etkileşimi sürdürmesi ve iletişimin derinliğini arttırması mümkün olan her organik varlık, önünde ya da sonunda organik/inorgarnik materyal dengesinde düzensizliğe sebep olacağı için, ekosistem tarafından elenmeye tabi tutulmak zorunda kalacaktır; bu elemenin sonunda da ekosistem kararlı yapsını muhafaza etmeye devam edebilir hale gelecektir.

Aslında bu genelleyici tutum, teoriye haksızlık edecek kadar özet oldu, vakti olan interneti biraz karıştırsın. Ama daha da özet geç diyen varsa şöyle özetlemek de mümkün: İnsan kainatın dengesini, kendi çıkarına olacak biçimde bozmaya devam ederse, kainat bu dengeyi yeniden kurmak için her yolu deneyecektir. Teorisyenlere göre astral/astronomik olayların hatta doğal afetlerin bile bununla bir ilgisi olduğunu düşünmekten başka çare yok. Biyopsikososyal çerçeveden bakacak olursak, siyasi anlaşmazlıklar ve toplumsal olayları dahi bu kategoriye sokabiliriz belki de...

Mevzuu ilgi çekici gelmiş olabilir çoğunuza ama, Plague INC ne ayak o zaman? Şuradan bu mülahazaya ulaştım; oyunda çeşitli stratejilerle bir hastalığı bulaşıcı ve ölümcül bir hale getirip bütün insanlığı yok etmeye uğraşıyoruz. Bunu yapmak için izlenecek türlü yoldan birisi de, öncelikle hastalığı mümkün olan en bulaşıcı seviyeye getirip bütün insanları, geride tek bir kişi kalamaya kadar infekte etmek, sonra da aniden ölümcül semptomlar ekleyip kısa sürede bütün insanları öldürmek. Doğru oynarsanız günlük leşinizi 100 milyonlarla ifade edebilecek bir seviyeye çıkarabilmek mümkün yani.

Bu stratejiyle oyunu oynadıktan sonra şunu çok daha iyi anladığımı itiraf etmeliyim; MERS ya da Ebola olmayacak belki ama insanoğlunun kainata verdiği (ve vermeye devam ettiği) zararı tanzim etmek için, kainatın sıradığı bir karşı koyma strateji geliştirmesini beklemek çok büyük yanılgı olmayacak. Ve belki de, çoktan böyle bir hastalık, hiç bir uyarı vermeden hepimize bulaşmaya başlamıştır. Ve yine belki de, kısa süre içinde yüzer milyon insanı aynı günde nezleden öldürecek salgınlarla karşılabiliriz!

Komplo teorisi gibi gelmesin, çünkü ben bunu, böyle bir sonu, hak ettiğimize inanıyorum!!

16 Ekim 2014

Yatıyoruz kalkıyoruz her şey yine futbol

Kainat İbrahim epeyidur işsuz idi. Toplumsal üretime emeğiyle katilamayınca, bari uşak üreterek katilayim dedi ve bi uşak daha dünyaya geturdi. Kainat İbrahim'un bu 3. uşaği oldi, bir anlamda hat-trick yapti. Neysa, bu tutturdi "Bu haftaki Tirabizonsipor Fener maçinda Fener'e goli kim atarsa uşağa onun adini koyacağum." Ula etma İbrahim, maç sifir sifir biterse uşağa "Sifir" adını mı vereceksun. Ya Fener kendi kalesine gol atarsa? Tirabizon'da bir tane Lugano'nun dolaşmasi ne kadar sağlukli olur! Daha da kötüsi, top hakeme çarpup Fener'un kalesine girersa kuçucuk uşağa Kuddusi Muftioğli mi diyeceksun? İnsan öz evladuna buni yapar mi?

Laz Kapital (I)
Yılmaz Okumuş, Cadde Yayınları
sf. 60

10 Ekim 2014

Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan

Bir yılanı ikiye böldük yalnız, öldürmedik.
Yarası kapandı mı yılan o yılan olur yine.
Biz de kalırız dişlerinin önünde
Güçsüz, cılız kötülüğümüzle.
Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse,
Her gece korkunç rüyalar saracaksa uykularımı,
Varsın her şey çığırından çıksın,
Bu dünya da yıkılsın öbür dünya da,
İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla
Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense
Ölüp rahat etmek daha iyi.
Rahat etmek için öldürdüklerimizle.

Macbeth, Shakespeare
sf. 86
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Aslında tekrar tekrar okunmalı, özellikle de son iki dize... "Ölüp rahat etmek daha iyi, rahat etmek için öldürdüklerimizle..." Filanca yerde insanlar ölmesin diye fişmekanca yerde insanlar öldü bugün... Kobani'de mazlumlar ölmesin diye Türkiye'de, sokaklarda siviller öldürüldü... Hem Suriye'de, hem Türkiye'de akan kan aslında aynı ellere bulaştı. Taksim'de, Tahran'da, Wall Street'te, Paris varoşlarında kan döken eller, kana doyana kadar... "Kayna kazanım kayna, yan ateşim yan!"

23 Nisan 2014

Şiirket: Çocuk Bayramı

Bugün şehir meydanında
Meclisin açılış yıl dönümünün
Çocuklara armağan edilmesinin önemini anlatıyorlardı
Kalabalık alkışlıyordu
Ve o kalabalığın içinde
Yırtık pırtık ve kir içindeki giysileriyle
Üstelik yüzü gözü çamur içindeki bir çocuk da simit satmaya çalışıyordu

Gerçekten çok önemliydi onun için de çocuk bayramı
Ama onu kimse alkışlamıyordu...

Resim: Şükriye Göçer - Simitçi Çocuklar

27 Mart 2014

Para pulla ölçülmez aşkımız sana...

Bir sansür iflas, iki sansür iflas, üç sansür yerinde saymaktır. Muhafazakar partiyiz, vessellam. Twitter yasaklanınca Youtube, o da yasaklandıkça Facebook yasaklanır, bu yasaklar oldukça iktidarım da daim olur. Zaten haftasonuna kadar yasaklasak yeter. Hem sevgili arkadaşım Acun kardeşimin reytingleri de düşmüştü, millet biraz da onu izlesin artık...

Notlar:
[1] Başlık ve giriş cümlesi için ilhamı ntvmsnbc.com'dan aldım. Başbakan Çok Seven Acun için ilham falan almadım, ama milletçe birilerinin ahını çok aldığımız için Acun'un bize ceza olarak Allah tarafından gönderildiğini düşünüyorum.
[2] "Sırada facebook var" derken, bugün Van'da çekilen, aşağıdaki fotoğraftan ilham aldığımı da ayrıca söylemeliyim belki de...

Kapa kapa kapa kapa kapa kapa kapa

Elimizde olmayan sebeplerden ötürü
Twitter'dan sonra,
Youtube'a da
dns/vpn ile giriyoruz.

Allah razı olsun Tayyip Erdoğan'dan
bütün memleketi
bilgisayar uzmanı yaptı!

Her hafta
en az üç
dns ayarı değiştiriyoruz...

Notlar:
Görseldeki söz, Incubus'un Warning adlı şarkısından... Tabi bir video linki de vermek isterdim ama, Youtube ülkemizde karlı çektiğinden mütevellit... Bu arada şarkı sözünü de acizane tercüme etmeye çalışayım; "Bence/kendimizi sevmeyi/öğrenmeliyiz hepimiz/yasaklanmadan önce..."

03 Mart 2014

İnternet sansürü ve toplumsal buharlaşma

Toplum modellerinin birini diğerine tercih etmek zorunda kaldığımız devinim eşikleri yaşıyoruz. Daha doğrusu her müstakil insan topluluğu artık bu eşikleri öyle sık yaşar hale geldi ki, bu fenomen giderek küresel bir hal alıyor ve toplumların yaşadığı bu devrimler, tıpkı bir arada yaşayan kadınların menstürasyon döngülerinin senkronize olmaya başlaması gibi, bağımsız ve müşahhas karakterlerine rağmen sadece aynı anda yaşanıyor olmalarıyla bile senkoronizelermiş izlenimi yaratmaya yetiyor.

Benim bütünüyle kavradığımı iddia edemeyeceğim şey bu izlenimin sahici olup olmadığı; hakikaten bir tür "küresel uyum" mu göstermeye başladık yoksa bu değişimlerin birbirini (tetiklemesi değilse bile en azından) takip etmeye başlaması bir tesadüf mü... Cevabını nerede arayacağımızı bilmediğimiz için kendimize sormaktan korktuğumuz bir soru... Ya da "Tüm bu eş zamanlı devrimlerin sorumlusu küresel çıkarları için hareket eden güç odaklarıdır" gibi bir kestirmecilikle suçu "herhangi bir şey lobisine" atmak mı daha doğru bir tutum olur...

Kafalar karıştı mı? Güzel, çünkü belki de cevabı kafa karışıklığını dindirmek için sıkça baş vurduğumuz "vakit öldürücülerden" birinden bulmuş olabilirim:

Mesafeler yok olup insanlar özgürce bir yerden başka bir yere akabildikte, toplum psikolojik bir ısı eşiğini aşarak bir hal değişimi yaşayacak. Artık katı ya da sıvı değil, bir gaz halini alacak ve müsait olan her boşluğu dolduracak şekilde genleşeceğiz. Ve tıpkı gazlar gibi zaptedilmemiz de kolay olmayacak. [1]

Sid Meier's Alpha Centauri, uzay temalı bir strateji oyunu. 1998 yapımı oyunu gog.com'dan dijital olarak sipariş edebilirsiniz... Sadece yukarıdaki alıntı değil, hem kurgusal hem de felsefe/edebiyat tarihinin köşe taşı olan kitaplardan yapılmış yüzlerce alıntıdan biri tesadüfen aradığınız cevapları verebilir size...

Notlar:
[1] Çeviri bana aittir, videoda da duyabileceğiniz orijinal metin için SMAC'nin Wikiqute sayfasınıdaki "Planteary Transit System" bölümünü ziyaret edin

18 Şubat 2014

Yerleşik düzenimizin bir tarafımıza batabilecek dört sivri köşesi

Birinci köşe - Para soygundur
İnsan doğadan sadece gereksinimlerini alan değil, doğayı gereksinimlerini karşılayacak biçimde değiştirebilen bir varlıktır. Bu değiştirme işi sonucunda bir çok yan ürün meydana gelir. Yan ürünleri üreten insanların ürünlerini başka insanlarla paylaşmak için bir araya gelmeleri sonucu insan büyük toplulukları da bir araya gelmiş olur. Bu değiştirme-üretme-bölüşme işlemi insanın doğal niteliklerinin bir sonucudur. Ancak işin bölüşme aşaması, farklı ürünlerin birbirlerine göre nispi değerler taşıyacağı bir takas işine dönüşür ve nihayet bu takas işlemi kendisi hiç bir gereksinimi karşılamayan ortak bir takas nesnesine "endekslenerek" insan türünün tamamına genellenirse, gereksinimlerini karşılamak için değiştirme-üretme-bölüşme döngüsüne dahil olan insanın önce emeği, sonra ürünü ve en sonunda da toplumsal bağları gasp edilerek maddi ve manevi zenginliğine el konulmuş olur.Bu el koymanın adı soygundur.

İkinci köşe - Servet zulümdür
Üretim faaliyetlerinin sonucu olarak meydana gelen zenginliğin birikmesine servet denir. Kainatın, yani sürekli devinim halinde olan gerçekliğin asli kuralı durağanlığa yer vermemesi, zenginliğin birikmesine mani olmasıdır. Zenginliği biriktirerek insan aslında kainatın kurallarını ihlal etmiş olur. Kural ihlali olan yerde adaletsizlik vardır. Adaletin olmadığı yerde de zulüm olur. Canlı ve cansız bütün varlıkların, kendi varlık sebeplerini ve olanaklarını gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu her türlü faaliyetin sonuçlarından yaralanmaları en tabii haklarıdır. Bu hakkın önündeki en büyük engel servettir. Köylü çocuklar okula gitmek için traktör römorklarına binerken beyzadelerin zırhlı araçlarla okula taşınması servetin doğal sonucudur.

Üçüncü köşe - İktidar sapıklıktır
Servetin hangi odaklardan tarafından daha şiddetli bir biçimde sahiplenilerek biriktirileceğine karar verme işi doğa kanunlarına bırakılamaz.Çünkü servet zaten doğal değildir.Servetin yönetimi için kurallar tespit etme işini üslenmesi için "iktidar" denen kurum icat edilmiştir. İktidar denen bu kurum, insanı içinde yaşadığı kainat düzeni içinden alıp koparan ve onun zenginliğini elinden alan soygun düzenini meşrulaştıran bir baskı aracı olmuştur. İktidar her zaman "insanca yaşamanın nihayi kurallarını koyduğu" iddiasını yineleyerek muktedir olur ancak asıl yaptığı, hepimizi insanca yaşamanın hakiki kuralı olan kainat kurallarından saptırmaktır. Hiç bir iktidar kaniatın düzeniyle uyum sağlayamaz çünkü kainatın bildiğimiz/tanıdığımız bölümünde insana karşı kurulan komplonun bir aracı olmaktan ileri gidemeyen bir kurum olan "iktidarın" emaresine bile rastlanmaz.

Dördüncü köşe - Demokrasi sandık fetişizmidir
Soygun, zulüm ve sapıklığa zorlama büyük oranda bir zorbalık işidir. Bu yüzden kainatın her yerinde soygun, zulüm ve sapıklıkla iştigal edenlerin en büyük zorbalar olduğunu görürüz. Oysa demokrasi denen kurum, insanları üretim ilişkileri içinde ferah bir yaşam kurma olanağından soyutlayan ve onları zorbalık sistemine mahkum eder; bunu yapma hakkını da zorladığı insanların belli dönemlerde kendi rızalarıyla yerleşik düzenin seçkinlerinin bir kısmını iktidar yapmak için sandığa gitmelerinden aldığını ileri sürer. Yani zorbalığı değil ama sandıktan çıkan sonuçları (hangi amaca hizmet ederse etsin) yücelten bir fetişizim parodisidir demokrasi. Zorbalık düzeninin çatı örgütüdür; demokrasi yıkılırsa iktidar çöker, iktidar çökerse zulüm biter, zulüm biterse soygun durur.

Bir tarafımıza batmaması için bu düzenin, gelin siz de sandığı boykot edin.

Okuma ödevi

09 Şubat 2014

İşte geldik gidiyoruz dedirten beş sebep...

Ne olacak sahiden, nereye varacak her biri diğerinden farksız geçen günlerim diye endişe ediyorum bazen. Defterin, kalemin ya da bilgisayarın başına bir şeyler yazmak için oturup oturup, sayfalar dolusu saçma sapan cümle yazdıktan sonra belki bir şeyler çıkar umuduyla bekleyen, kendine bile hayrı dokunmayan bir yazar müsveddesi... Bu muyum sahiden, geldim gidiyorum, yazdıklarım buraya mı çıkakmış yani...

Diye düşündüm ve şu sonuçları çıkardım düşüncelerimden;

1 Görünürde Kainat'ın da bir amacı yok gibi. Çok fazla nihilistik gelmesin... Kainatta (en azından bildiğimiz kısmında) kendi benliğini başkalarıyla paylaşabilen tek varlık insandır. Ve insandan başka hiç bir varlık öyle ya da böyle, bir amaca duyduğu ihtiyaç ile tanımlanamaz zaten. Şüphesiz kainatın varlık sebebedir, en küçük yıldır tozu bile. Ama kainatı var etmekten daha ulvi bir amaç bulmanın arkasında bir anlam var mı sanki?

2 Amaçları bilincimiz uydurmuyor mu zaten? İnsan bilinci, belli eylemleri yapmayı öğrenmeyi ve bunları davranış olarak bilincin sahibi olan bireye kazandırmayı başaran bir insan "organıdır" ve görünüşe göre, insan kültürü teknik ve bilgi dağarcığı konusunda ilerledikçe yeni davranışlar icat etme ve bunları ustalıkla yapmayı öğrenmede her birimizin bilinci gayet yüksek seviyede başarılar gösterir hale gelmiştir. Bu yüzden, çok az bir çabayla çok fazla şeyi başarabiliyor olmak belki bu başarılarımızın bir amaç uğruna olması gerektiği yanılgısını yaratıyordur.

3 Yaşıyor olmak yeter bazen hayata anlam katmaya... Hayat hikayenizi bir kağıda yazıp okuduğunuzda, takdir ve teveccühünüzü kazanan büyük insanlarınkine benzemiyor diye kendinizi amaçsız hissetmeniz çok normaldir. Ancak hayat denen bu devinimde herkes spot ışıklarını üstüne çekecek, başkalarından rol çalacak kadar öne çıkan öykülerin altına imza atamayabilir. Boş verin hayat hikayenize süslü ve özenilen paragraflar ekleme hevesini, yaşamaya ve yaşadığınız hayatı fark ederek yaşamaya çabalayın işte, zaten yaşamak da bundan fazlası değildir.

4 Başkalarınınki gibi belirgin bir amaç edinmek için verilen boşa çabalar neye yarar sonra... Diyelim sırf hayat hikayeniz daha süslü olsun diye uğraştığınız yıllar sonunda ama başkalarının takdirini ve teveccühünü kazanacak bir iki paragraf eklemeyi de ne yazık ki başaramadınız öykünüze. Yıllarca o iki paragrafın peşinden koşup koşup bir türlü erişemeye indirgemiş olmadınız mı hayattaki amacınızı. Bu muydu yani içinde bulunduğunuz ruhsal çöküntüyü aşmanın bedeli. Boş verin süslü öyküleri, kendi renksiz öykünüzün tadına varmaya bakın

5 Hem belki çoktan bir amaca hizmet ediyorsundur da farkında değilsindir, olamaz mı? İlk başta söylediğimiz gibi, bütün varlıklar içinde bir amacı hak ettiğini dile getirebilen tek varlık insandır. Ama belki de bunun sebebi başlı başına bir amaca hizmet etmek içindir; evrendeki amaçları aramaya değil ama, asıl amacın kendimizi bilmek ve hayatımızı bu bilinç dahilinde yaşamaya çalışmak için... Doğrusu bütün hayat görüşleri, bütün felsefeler ve hatta bütün dinler bunu anlatmaya çalışıyormuş gibi geliyor bana.

Ya da belki de söylediklerimin hepsi yanlıştır... Varsın olsun, belki de benim hayattaki amacım da yanlış şeyler söyleyerek sizin doğruları bulmanıza vesile olmaktır... Olamaz mı?

06 Şubat 2014

Hayırlı olsun...

*** ili emniyet müdürlüğüne

Türkiye Cumhuriyeti'nin *** TC Kimlik No'lu vatandaşayım. Abazanım. Sıvaz istiyorum. TBMM Komisyonu'nda bugün yasalaşan 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun'a aykırı olmamak şartıyla herhangi bir erotik içerikli siteye (tercihen tender fuck) geçici giriş izni istiyorum. Gereğini yüksek makamınızdan rica ederim.

03 Şubat 2014

Hand-egg?

Adam şu oyuna "Football" demeye utanmazken bizim "boyalı basını" geçtim, Anadolu Ajansı bile kendisine bir Super Bowl haberi devşirmekten geri kalmıyor ya... Kültür Emperyalizmi temalı doktora tezine sadece bu AA ekran görüntüsü bile yeter...

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası