30 Aralık 2013

Kendimden alıntılar

Yeğenime temel epistemelojik kavramları anlatmaya çalıştığım 3 saatlik bir hafta sonu eğlencesinin vardığı nokta, şu acı itiraf oldu: “Sintetik apriori’nin ne olduğunu ben de anlamıyorum ve esasında bütünüyle anlayan birisinin olduğunu da sanmıyorum; kavramı ortaya atan Kant’ın kendisi de dahil...” Komik tarafı şu ki, aynı acı itiraf ontolojik kavramlar bağlamında “ding an sich” için de dile getirilebilir, Kant kısmı da dahil olmak üzere... İşte üstüne saatlerce zihinsel emek harcamış olmakla gurur duyduğumuz modern felsefenin gelip dayandığı sınır budur.

18 Aralık 2013

AMK Partisi

Aşırı Milliyetçi Komünist Parti Marşı

Tayyib ne bilir devrimi, barikatlarda cefayı
Milletin sırtından geçinip sürdüler sefayı

Yabancı sermayenin elleri bakanlara ulaşınca
Kendileri de gördü komutanlara ettikleri ezayı

Devrim yoluna cenk edelim, direnelim her an
Kapital'de zaferi okuduk Hazreti Marx'tan

Bilmeyenler için; ilhamı 'mehter marşı'ndan aldık, bayrağı da bobiler'den kopi pestledik... Bu arada... İlk beyitte Arapça bir kelime kullandım; tayyib Arapça lûgatta "temiz, pak" olarak geçer... Yani "temiz pak olanlar, kirlenmekten korkanlar ne bilir barikatı" anlamındadır yani... (Her şeye rağmen bir üçbuçuk var hala :p) Sevgi, saygı, hoşgörü

Bazarov gündemi değerlendiriyor

"İşgal ettiğim bu daracık yer, benim ilişkim olmayan yerlere oranla küçük ve sıradan... Yaşadığım zaman parçası önceleri içinde olmadığım, gelecekte de olmayacağım sonsuzluğun yanında o kadar anlamsız ki... Oysa ki bu atomun içinde, bu matematiksel noktada kan dolaşıyor, beyin arzuluyor. Bu ne kepazelik, bu ne saçmalık... Adam gibi adam kendisine ilişkin düşünülecek şeyi olmayan, sözünün dinlenmemesi ya da kendisinden nefret edilmesi gereken insan demektir..."
Babalar ve Oğullar
İvan Turgenyev

Bazı evlatlar ve bazı babalarla ilgili rüşvetli-gemicikli gündem kızışmaya başlamışken, Turgenyev'in edebiyat tarihine geçmiş karakteri Bazarov'un ağzından kısa bir paragraf... Bilhassa son cümlesiyle... Sevgi ve saygıyla...

Dili Kemikliler Cumhuriyeti'nde yeni bir gün

Haziran'daki olaylar esnasında CNN Türk'ün reklam aralarını geniş tutup, süresini iyice uzata uzata yayınladığı penguen belgeseli esnasında şamarı yüzümüzün orta yerine yedik aslında; birileri pervasızca yalan söylüyordu ve gerçeği örtbas etme yarışı içindeydiler... Polisin orantısız güç kullandığı ana akım medyada ima dahi edilemedi...

Gerçi kabahat onlarda değil, "Vesayetlerden kurtuluyoruz" gazıyla oy verdikleri siyasi tavrın, kökten getirdiği sultacı ve dayatmacı ideolojiyi görmekten aciz kaldıkları halde, 80-100 yıl önce Batı'daki akademik çevrelerin şöyle bir tartışıp rafa kaldırdığı meseleleri anlatan kitapları, 20-30 yıl önce üstün körü ve el yordamıyla Türkçe'ye tercüme etti diye kendilerini büyük entelektüeller/profesörler olarak bu ülkeye pazarlamaktan geri durmayan sözde Liberallerde... (Bilemeyenler için not: Liberaller genelde, monarşi rejimlerinin göbeğinde ortaya çıkan ve kelle koltukta fikir mücadelesi veren insanlardır. Başarı olanları sonradan lord olmuştur, orası tamam... Ama önce kendisine lord payesi biçip sonradan liberalcilik oynamaya heveslenene pek raslanmamıştır)

Kabahat kimde olursa olsun, sadece 10-20 yıldır değil, aşağı yukarı 2000 yıldır geniş halk kitlelerine yalanlar söylendiğinin, masallar okunduğunun ve bu masalcılık görevini en cansiperane biçimde üslenenlerin de aslında kendi hizmetlerini halka "dürüstlük perdesi altında gizleyerek" satmaya çalıştıklarının en açık ispatıydı penguenler...

Sonra hem siyasilerden, hem de bu "new age gölge oyunu" meddahlarından, öyle pervasız yalanlar ve "Bunların da hakkaten dilinin kemiği yokumş" dedirten demeçler işitik ki... Ağaçla yapılan röportajlar mı dersin, balık gözü kamerayla çoğaltılan kalabalıklar mı... En "dil-kemik" dumuru yaşatan durumsa, Suriye ve Mısır'daki kandan kendilerine oy devşirmeye çalışanların, "Adeviyye'de insanlar ölürken hayvan belgeseli yayınlayan batı medyası" diyerek Taksim'de ölen insanları görmezden gelmesi oldu...

Dün sabah başlayan ve kabine üyelerin de aralarında bulunduğu onlarca kişiyi hedef alan yolsuzluk soruşturmasından sonra, bugün sadece iktidar partisi değil; muhalefetten yandaş/candaş medyaya, meydanlara çıkanlardan kendini "kıl" ilan edenlere kadar herkes bir şeyler söyleyecek bugün... Her söylenen "Sizin dilinizin kemiğine..." diye sinkafa yol açacak benim cephemde...

17 Aralık 2013

Aferin çok güzel saçmalamışsın

Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Demirören, Vikipedi'den öğrendiğim kadarıyla siyaset sosylojisi eğitimi almamış... Ama kendisine güveni öyle fazla ki "Rabia işaretinin siyasi olmadığını" ama "Yüce Atatürk" yazısıyla "Mandela tişörtlerinin" izin alınmayı gerektirecek siyasi eylemler olduğunu söyleyecek kadar çoşabiliyor...

Ben siyaset sosyolojisi eğitimi aldım ve şöyle diyorum: Rabia işareti siyasi değilse, Sırpların yaptığı "Çetnik" işareti de siyasi değildir... Ratko Mladic, Slobodan Milosevic falan tutuklanmış, yargılanmış veya yargılanmamış ne gam zaten... Neticede o olayın önümüzdeki seçimlerde oy dağılımını değiştirme olaslığı yok. Yine de merak ediyorum, bu hafta Türkiye liginde oynayan bütün Sırp oyuncular sahaya "Çetnik" işareti yaparak gelseler mesela... Neler olur acaba...

Okuma ödevi: Bosnian Genocide - Wordpress

06 Aralık 2013

Hürriyet değil Müfteri (m ile f joker)


Herkes için daha fazla hürriyet isterken birileri
"Hürriyet benim" diye öldürüyordu
Kara derilileri...

Zaten kara derili olana
Kara çalmaya çalışmakla
İştigal ediyordu bunların en muteberleri...

Ödev: http://serhatozturk.blogspot.com/2010/01/devrim-twitlenmeyecek.html

23 Eylül 2013

Demokraside Ergun standartı

Finansmanı cemaat tarafından yapılan gazetede yazarken demokrasi:
"...komuta kademesinin belirlenmesinde son söz seçilmiş siyasetçilere ait olacaktır. Ülkenin tüm atamalarında söz sahibi olan siyasi iktidarın, asker atamaları konusunda sıradan bir onay makamı olması demokrasilerde kabul edilemez. 4 Ağustos’la birlikte Türkiye’de yeni bir teamül başlamıştır. YAŞ’ta son söz siyasete aittir. İktidar isterse bir denizci ve havacıyı genelkurmay başkanı yapabileceği gibi, komuta kademesinde gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bütün Batı demokrasilerinde olan budur, Türkiye’nin de demokratik standartı yükseldikçe bu noktaya gelmiştir." 
Demokratik teamül dönemine alışın beyler, Ergun Babahan, Star Gazetesi [tamamını okuyun]

Bir maç sonrası gaza gelip hocaefendiye laf söyleyince gazeteden kovulduktan sonraki demokrasi:
"Gezi’de ölen veya kör olan gençler için tek bir kelime üzüntü ifadesinin dile getirilmediği bir ortamda... söylemler Türkiye’yi gerek Batı dünyasında, gerekse İslam âleminde yalnızlaştırdı. Türkiye, askeri vesayetin ortadan kalkması sonucu eski Yugoslavya benzeri bir noktaya sürükleniyor.Kanunların kâğıt üzerinde kaldığı, gücü yetenin kanunu aşmayı, hatta yok saymayı becerdiği bir coğrafya burası. AK Parti... kendine bağımlı bir yargı sistemi oluşturma yolunu seçti. Toplumun önemli bir bölümü, idarenin yanlılığına, polisin AK Parti’nin yeni askeri olduğuna inanıyor."  
Demokrasi paketinden önce demokratik bir dil geliştirmek gerek, Ergun Babahan, t24.com.tr [tamamını okuyun
Bu gerçekler ışığında, Ergun Babahan'ın değil de, Bizimkiler'in Ergun beyinin daha sözüne güvenilir, daha sağlam karakterli bir insan olduğunu iddia etmek çok da yanlış olmaz herhalde...

21 Eylül 2013

At yarışı spor mu?

"...birahanedeki en genç insan kendisiydi, yaş ortalaması 65 filandı. Büyük çoğunluğu andropoza girmiş bu insanların tüm konuşmalarının hala "sikmek" eylemi üzerine olması, televizyonda açık olan spor kanalında gördükleri her kadın sporcu için birbirinden ilginç cümleler kurmaları sevindirmişti Samet'i. Yaşlı dayıların muahbbeti at yarışları başlayınca bu sefer kendi tuttukları atın jokeyi üzerine dönmeye başladı. Bir insanın her tarafının sikilebilir olacağını 30 yaşında, ilk defa o birahanede anlamıştı Samet, çünkü dayılar durmuyorlardı: Kaskından kırbacına, pantolonundan çizmesine kadar her yerini sikiyorlardı jokeyin. "Ekrandan jokeyi siken benim burada hayatımı siker" diye ince bi kıllandı sonra..."

Seni Gömmem İmkansız, samihazinsez, sf 51-52
[ via Nemesis Kitap ]

05 Haziran 2013

Anlatacak hikayem kalmadı benim


Lafı uzatmayı sevmem (!!!) ya ben... Cem Boyner de sevmiyormuş...

(Edit: Ama o pankarta "Medyaya yatırım yapmamak ne güzelmiş xd xd" yazsaymış da olurmuş...)

14 Mayıs 2013

Yaran okuyucu yorumları

D-Smart hafta içi her akşam House M.D.'nin tekrar bölümlerini veriyor... Sonra da pazar günleri beş bölüm üstüste maraton çakıyor. Utanmadan bölüm aralarında "Doyamadınız mı, bir bölüm daha House, az sonra" türünden bir reklam da yapıyor. Biz de doyamıyoruz, hafta içi türlü işimiz olduğundan olsa gerek, haftasonları yükleniyoruz House'a...

Bir de internet diye bir şey var, yeni icat edilmiş sayılmaz ama hayatımıza etkilerini yeni yeni kanıksadık. Viral reklamlardan komik kedi videolarına kadar internet hayatımızın bir parçası oldu. Unutmadan, bir de herkesin internet içeriğine katkı yapması, izleidği/okuduğu şeylere yorum yapması gibi bir seçenek de var. Ben blogdan kaldırdım ama özellikle sayfa trafiğine önem verenler her şeyin yorumlanmasına izin veriyor.

Yorumlar çoğu zaman... Nasıl desem... İçeriğin kendisinden daha "içerikli" oluyor. Bir netizen söz konusu içeriği 2-3 kelimeyle çok iyi özetleyebiliyor, ya da bir başkası uzuuuun bir yorumla içerikteki her şeyi itin götüne sokabiliyor. Mesela meşhur "Keşkülden müminler" fenomeninde, iki durumundan da tek yorumda birleştiği, üstelik komiklikten yaran bir yorumla karşılaşmıtık.

Youtube kadar popüler olmayan portalların yorumları çoğu zaman, ne kadar "yarıcı" olsalar da popülerliğe kavuşamıyorlar... Ama benim içimden geldi, gerçekten yaran, üstelik de yardığı yerden ses getiren şu yorumu sizlerle paylaşmadan edemedim...

House'ı tanıtım metininde hata var "En iyi hastane dizilerinden biri" diyor, "En iyi hastane dizisidir" diye düzeltirseniz sevinirim. Annem öksürdüğünde ona tip tip bakıp teşhis koymaya çalışıyorum, Doktorlar'ı izleseydim öksürmesini umursamaz gider bir hemşireye aşık olurdum. 
Televizyon izlemeyi sevseniz de sevmeseniz de, televizyonun ve dramaların varlığına karşı kayıtsız kalamazsınız. İzlemişken iyi bir drama izleyim bari diyenler için House M.D. iyi bir alternatif. D-Smart 15. kanalda... (oha resmen reklam yaptım xdxd)

27 Nisan 2013

Bir hatıra defteri olarak Blog

Bence "before-after" fotoğrafı, Mel Gibson'ın kendine yakışanı giymesidir...

Yeni nesil Football Manager oyunuyla ilgili 2-3 kelime karalayacaktım. Eski FM yazılarını bir gözden geçireyim dedim... Eski yazılardan biriyle aynı sayfada yer alan ve diyet istikrarımla ilgili yazdığım şu yazıyı görünce nostaljik hislere kapıldım. Kilo 103 iken hedef 95 miş.. Doğrusu çok düşük tutmuşum beklentilerimi. Ama bu kadarını ben de bilemezdim.

Diyete ilk başladığımda 140 kiloydum. Ufak tefek 3 insan çıkar! İlk kez 120 kilonun altına indiğimde nasıl sevindiğimi hatırlıyorum... Ve ailemin "Eridin bittin, kuşa döndün Serhat" diyerek şaşırmalarını...

Sonraları hedefimi 99 diye belirlediğimi anımsıyorum... Hani 3 basamaklardan 2 basamaklara inip siz normal insanların arasına karışırım belki diye... Ama arada BMI tablolarına da bakıyordum elbette. 23 BMI için 75-80 arası rakamlar olması gerektiğini öğrenince de tersine bir gülme almıştı, "Ya 80 kilo erkek mi olur ahahah" diye...

Bugün baskülde gördüğüm 79 da değil değişti artık 78 rakımını nasıl yorumlasam bilemedim doğrusu ;)

22 Nisan 2013

Bana kazık atanlar kervanına RSS Grafiti ve Facebook da katıldı

Biliyorsunuz, insan içine çıkmaktan vazgeçeli epey oluyor. Gerçi bu aralar, ekonomik durumum yine kötüye gittiğinden, yine iş arama gibi bazı heveslere kapıldım. Ama inanın "Ah bir işe girsem de adam olsam, sekizbeş çalışsam, evlensem, televizyon karşısında uyusam" gibi bir niyetim yok. Sadece Bağ-Kur pirimlerimi ödemek gibi bir beklentim var. (Ha, bir de Diablo III'ü ultra ayarlarda oynatabilecek bir bilgisayar almak istiyorum, evet. Ama Allah beni nefsimle sınamasın inşaallah. Yoksa bin liralık bilgisayarla tüketim toplumuna eklemlenmiş olmam)

Yine uzatıyorum, her zamanki gibi, bu insan içine çıkmama kararımın bir tezahürü olarak, biliyorsunuz Facebook ve Twitter gibi vakit katili ortamlardan uzak duruyorum. Facebook üniversiteden arkadaşlar için, Twitter da yurt dışındaki arkadaşlar için harika bir iletişim platformuydu. Ama insan içine çıkmayınca, arkadaşlara da ulaşmıyorsunuz haliyle... Hayatınızdan çıkıyor bu "Sosyal Medya" ortamları.

Her nasılsa, zamanında Facebook'a bir application yüklemişim. Blog olsun, Google Feed olsun, bütün RSS değişimlerimi anında Facebook sayfama "gammazlayan" bu uygulamayı etkinleştirdiğimi unutup, hayatımı yaşamaya devam etmişim. Geçen hafta, annemin isteğiyle Facebook'a girince, benim sayfamın muntazam olarak güncellendiğini farkettim. Üstelik bazı yanlış RSS kayıtlarını sayfamda görüntüleyerek, doğru olmayan bilgileri de paylaşmış yazılım...

Bu yanlış anlaşılmalar nedeniyle, RSS Grafiti ve Facebook'u kınıyor, arkadaşlarımın yanlış biçimde çeşitli işler yapıp da kendilerine haber vermediğim gibi bir izlenime kapılmalarına sebep olmalarından ötürü isyanımı dile getiriyorum. Evet, budur.

28 Mart 2013

Gündemden ne kaldı ki dünden?




Benimki gibi, sık güncellenmeyen blog’ların ortak özelliği: Yazarlarının şu ya da bu şekilde “Yahs ne zamandır yazmıyorum ama aklıma bişiy gelmiyo, öptm kib bye” temasının çok da uzağına düşmeyen zihin tembelliği blogpostları yazmalarıdır. Toyluğumda ben de bunlardan yazdım çok. Bir süre sonra blogdaki postların çoğunluğu bu tembellik yazıları haline gelir.

Bir blogger neden yazacak konu bulamaz? Üç temel cevabımız var. İlki, yazarların önünde sonunda tıkanmasıdır. Bu konuda eğlenceli bazı postlar yazmıştım (O yazıları da, bu yazıyla birlikte yazar tıkanması etiketinin altına kaydediyorum, bu vesileyle yeni bir etiketimiz daha oldu). Doğrusu sık rastlanan bir fenomen olsa da aslında yazar tıkanması bir meslek hastalığı değil, editörleri oyalamak için icat edilmiş hayli sofistike bir palavradır bence.


İkinci cevabımız, bloggerların önemli kısmının profesyonel ya da yarı-profesyonel yazarlar olmamasıdır. Bu bahaneden kendimi kurtaramam; çünkü ben, evet bu aralar yazarlık işim yok ama, yazarım! Ancak tembel yazarların çoğunun, arkadaşlarıyla düşüncelerini paylaşmak maksadıyla bloga heves etmiş, ilköğretimdeki “cümlenin öğeleri” dersinin hakkını vermekten başka yazarlıkla başı hoş olmayan (ve olması da gerekmeyen) insanlar olduklarını göreceksiniz. Sanırım üç bahanenin en temizi ve en geçerlisi bu.


Üçüncü cevap ise şu olacak: Yazacak konuların giderek vasatlaşması. Vasatlık ortak paydasında kıvanıyoruz, evet ama bu kendi kabahatimiz değil mi yoksa?



Liyakat kriterleri edimsellikten varoluşsallığa doğru çekiliyor kültürümüzde: İnsanlar yapıp ettikleri ve becerebildikleriyle değil, cemiyet hayatındaki itibarlı konumlu kişilerle olan ilişkileri nispetinde yaşıyorlar. Eski tarikat düzenindeki gibi… Bir şeyhe biat edenler o şeyhin mahiyetine girerdi. Günümüzde şeyhler bitti, onların yerini toplumsal etiketler aldı. Falancı-filancı olmanın cemiyette revaçta olmak için fayda sağlaması, sürekli devinim halinde olması gereken kültür ortamımızı durağanlaştırdı. Bunun sonucu olarak yazılarımıza konu olabilecek her türlü hadise yavanlaştı, vasatlaştı.

Türkiye gibi, gündemin 2,5 günde değişip unutulduğu bir ülkede, bir de alt-kültür, alternatif gündem meseleleri hakkında yazan bir bloggersanız, kaçınılmaz olarak yazmaktan aldığınız keyfin azaldığını hissedecek ve keyif almadıkça yazmaya daha az zaman ayırır olacaksınız.


Yazılı blogların çaptan düşmesinin altında, videoblogların (kısaca vlog) yaygınlaşması ve blog olarak çoğunlukla Twitter gibi sosyal imleme hizmetlerinin kullanılması da var. Ancak ilgilerimiz ve zihinsel etkinliğimiz o kadar çabuk ve o kadar hızlı olarak yeni nesnelere maruz bırakılıyor ki, bir konu üzerinde uzun uzun düşünüp blog yazmak yerine, duvar yazısı ya da miting sloganı şeklinde twitler yazmak daha cazip geliyor.


Oysa ben, twitterda bir konu üzerindeki düşüncemi ancak 4-5 twite sığdırabiliyorum. Bunun için sanırım bana blog da twitter da haram, ne dersiniz?

20 Şubat 2013

D-Smart'taki inanılmaz mantık hatası

Lafı çok fazla döndürüp dolaştırmayacağım. D-Smart'ta birbirini takip eden sırada iki dizi kanalı var, ikisi de FOX'un; birisi FX HD, diğeri de FoxCrime HD. FX HD'de komediden maceraya ve animasyondan dramaya kadar genel izleyiciyi hedefleyen diziler yayınlanıyor. FoxCrime HD ise, ismi üstünde, polisiye dizileri yayınlıyor. Daha açık söylemek gerekirse üst üste 8-10 bölüm CSI falan izleyebiliyor, beynimizi uyuşturabiliyoruz yani. Hani defaten dedim ya, kafa dağıtmak için neler neler yapmıyoruz ki diye... Bu kanallardaki dizileri izleyip vakit geçirmek de onlardan biri.

Şimdi gelelim mantık hatasına. Yeni nesil bir Sherlock Holmes uyarlaması olan Elementary ile, meşhur 24'ün manevi takipçisi olma iddiasındaki Homeland dizileri de bu kanallarda yayınlanıyorlar. Ancak şöyle bir terslikle ki; bir polisiye olan Elementary, FXHD'de yayınlanırken, bir politik-kurgu/drama dizisi olan Homeland ise ne tuhaftır, polisiye kanalı olan FoxCrime HD'de yayınlanıyor...

Birilerinin acilen bu kafa karıştıran duruma el atması gerekiyor. Resmen iki dizi çapraz kanallara düşerek izleyicinin/tüketicinin kafasının karışmasına sebep olmuş. Kanallara ilişkin yayın planını hazırlayanlar bu vahim mantık hatasını nasıl göremezler, akıl alır gibi değil!!!

Not: Bu saçma sapan blogpost'u lütfen ciddiye alıp, yazarını da adam yerine koyup konu hakkında görüş belirtmeye falan çalışmayın. Can sıkıntısıyla baş etmek için neler yapmıyoruz ki, diye sormuştum ya... İşte böyle saçma sapan blogpost'lar yazmak da o yöntemlerden birisi olabilir mi diye denedim... Değilmiş :(

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası