30 Aralık 2009

Tek eğlencem Kasımpaşa ile durmak yok yola devam

Şampiyonluk yarışına katılmak gibi bir niyetim yok zaten...

Kompüterin akordunun bozulması hasebiyle takındığım agresif durumdan ötürü FM oynamayaz olmuşken, kaplumbağalığımızı tescilleyen "Gurur geceleri"ni takiben vakit geçirme aracı olarak yine FM'nin kapısını arşınlamakatan hiç utanmayacağımızı anlamıştık.

Ellerimiz çamur içindeydi, zemin ağırdı, rüzgar rakipten yanaydı falan, ama FM'de eğlenceye sınır yoktu. Bir ara futbol ile FM arasındaki farkı da masaya yatırmakta fayda, neden senede sadece 2-3 futbol maçı izlediğim halde en az 5-6 save ile farklı FM maceralarının peşinden koştuğumu sorgulamalıyım.

Oyun değişkenleri
Oyunu aylık periyotlarla oynayıp güncellemeler yazıyordum ama bu tempo yorucu ve kafa karıştırıcı. Tam hızımı almışken durup bir önceki ay üstünde düşünmeme sebep olan yazılar yazdığımda önümdeki aya güvenle bakamıyorum.

Kısa aralıklar yazdığım zaman ne okunma zevki veren bir yazı çıkıyor, ne de oynama zevki veren bir oyun. Bu yüzden, oyunuda önemli gördüğüm bazı barajları aştığımda
güncelleme mahiyetinde yazılar yazarak hem kendimi hem sizi eğlendirmeyi planlıyorum.

Ayrıca hem oynadığım maçları, hem fikstürün ileriki aşamarlındaki maçları tek tek değerlendirmek de gereksiz yorucu bir efor. İlgisini çekenler yazı sonuna yorum yazarlarsa belki bir şeyler düşünürüm...

Takımın durumu
Kasımpaşa'nın 2009/11 ve 2009/12 lig karnesinin 2-1-1 olması neşeli bir durum değil. Galibiyetlerinse puan durumu açısından rakip konumda olmayan takımlardan alınması rahatsız edici. Bir galibiyet alt sıra takımlarından bir galibiyet şampiyonluk favorilerinden... Böyle dengesiz bir takım olur mu allah aşkına?

Bunlar da yetmezmiş gibi sıralama açısından adeta kavga ettiğimiz takımların karşısında gol atmakta bile zorlandık. Üstelik hazırlık maçı bile yapmıştık. Olmaz olsun öyle hazırlık.

Kasımpaşa Spor Kulübü A.Ş.
8th: 6/3/7 (21p)

Şunu açık seçik ifade edeyim, sıralamada beklentilerimi tam karşılayan bir yerde olsak bile galibiyet sayımın mağlubiyet sayımdan fazla olması beni deli ediyor. Kaybettiğim bazı takımlara bakıyorum da... İntiharı düşündüğüm zamanlar oluyor. (Ölürsem save'imi Ömer'e değil Burak'a bırakıyorum... Ne zamandır FM oynamıyordu çocuk, bahane olur... Ömer'e de üçün birini bırakıyorum)

Maçların değerlendirilmesi
Bu periyotta sıralamada rakibim olabilecek bazı takımlara verdiğim puanların yanı sıra sahadan istediğimi alabildiğim maçları da sığdırdım. Tabi araya bir Cimbom galibiyeti ile Fener'den yediğim 9 gol de kaçtı ama onlar çeşni. Onları görmezden gelin. Yokmuş gibi davranın onlara...

4.10.2009 // Denizlispor 4 Kasımpaşa 2
Denizli hasarsız gidiyor. Ama oynayarak değil, şansla. Yazık oldu 3 puana.

18.10.2009 // Kasımpaşa 2 Gaziantepspor 0
Emekliler çuvalladı. 60 dakika oynayan Cenk İlker (6,8) sadece 4,6 km koştu. Petr Pavlik'in (9,0) duran toptan attığı iki kafa golüyle puanı kurtardım.

24.10.2009 // Eskişehirspor 3 Kasımpaşa 1
Koray Avcı (6,8) ve Pavlik (6,8) adamlarını kaçırdı, Petr Bolek de (5,0) topu elinden kaçırdı. Üç puan beklerken tabelada 3 gol gördüm.

28.10.2009 // Kasımpaşa 2 Konyaspor 0

31.10.2009 Fenerbahçe 9 Kasımpaşa 3
Bu maçın değerlendirmesini bir sonraki entry'ye sakladım... Adeta ayrı bir hikaye...

08.11.2009 // Kasımpaşa 5 Bursaspor 0
Fenerbahçe'den yediğimiz 9 golden sonra averajı düzelttiğimiz bir maç oldu. Keller'in Andre Moritz'e attığı 60m.'lik enfes gol pası görülmeye değerdi. Boukhari katkı yapmaya başladı.

22.11.2009 // Diyarbakır 2 Kasımpaşa 1
Yükselme potasında kalmak isteyen Diyarbakır benden istediğini aldı. 8'er km koşan Keller (7,4) ve Moritz (6,8) kanatları taşıyor ama ön ve arkalarından daha çok destek almalılar. Boukhari alternatif olmak zorunda.

29.11.2009 // Kasımpaşa 0 Ankaragücü 2
Moritz doğrudan katkı yapmazsa başarılı olamıyorum. Solda Sancak sağda Ali Güneş şaşırtıcı olumlu katkılar yapıyor. Boukhari de düzgün oynarsa takım düzelir.

13.12.2009 // Trabzonspor 2 Kasımpaşa 2
Rakip birden çift forvete dönünce savunma kurgusu dağıldı. Yoksa o iki golü yemezdim. Boukhari sağ kanatta oynadı (6,8)

20.12.2009 // Kasımpaşa 2 Galatasaray 1
Cimbom'a noel hediyesi xD Taktik yönetimi çok zor olmuş. Müdahale etmeyip takımın maçı kendi kendine çevirmesini izlemek daha kolay. Gökhan Güleç (7,5) ve Azer Karadaş (7,4) iyi oynadı. Boukhari yine sağda.

23.12.2009 // Kasımpaşa 3 Fenerbahçe 3
Kupaya moralli başladım. Topuz olmasa 9-3'ün rövanşını almış olacaktım. Ruiz forvette oynayıp (7,9) bir gol attı, Boukhari de sağa alıştı (7,3).

29 Aralık 2009

Boyut değişimi: Ver dedim, bana Kubrick verdiler

Hayır, o Kubrick değil, Wordpress theme olan Kubrick
Blogger'ı itici bulmamın nedeni, Google'ın yeni "evil" olması olabilir mi? Her halükarda, Blogger'a Wordpress görümünü adapte eden şablonları dönem dönem denemiş ancak başarılı sonuç alamamış birisi olarak Kubrick'in Blogger'a en başarılı uyarlamalarından birisini bulmuş olmanın haklı kıvancını yaşıyorum. (Ben neden kıvanıyorsam... Yapan kıvansın...)

Şartlar bu şekilde olgunlaşmışken, Wordpress yerine biraz daha Blogger'a şans verecekmişim gibi hissediyorum. Evdeki internet erişimi problemimi çözer çözmez daha mutlu günlerde sizlerle buluşmayı umuyorum.

Olmadı kitap yazarım artık. Daha olmadı mum yakar, sonra söndürüp üstüne otururum.

Güncelleme // 13:36 // Entry'lerin altındaki sevimsiz "Read More..." zımbırtısını bir türlü kaldıramadım... Şablonun HTML'sinde sadece tek bir java girişinden ibaret. O kısmı kaldırıyorum ama başka bir yerler daha bağlantısı var herhalde, söküp atamadım. Çözüm yolunu fark eden birisi yorum yazıp herkesle paylaşırsa internet internetliğini yapmış olur.

25 Aralık 2009

Korkmayın, ipliğinizi pazara çıkaracak değilim

Geçen yıl bu zamanlar, eğlenerek tuttuğum blog beni tatmin etmeyince, yazmaya özenen bir kaplumbağa olarak çocukluk hayalimin peşinden koşup gazeteci olmaya heveslenmiştim.

Kabul ediyorum, "Saf" kelimesinin sınırlarını zorlayan bir yaklaşım.

Kol kırılır yen içinde kalır, kalp kırılır ten içinde kalır. Heves kırıldığında ne olur peki? Ya da şöyle sorayım, hayata tutunmak için bir dalı olmayan ama ağaçlar arasında gezinerek yaşayan benim gibi biri için, "Don't hate the game, hate the gamer" tesellisi yeterli olur mu?

Neticede bunların pisliklerini ifşa etmek gibi görevim yok değil mi? Kim kimin arkasından neler söyledi, yüz yüze gelince nasıl ağız değiştirdi ben biliyorum. Kendileri de biliyor. Onlar bununla yaşayadursun, bu benim tam da "İnsan içine girersen boka dönersin" dediğim durumun yansıması olarak abidevi bir varlık teşkil ediyor.

Oysa her durumdan haberdar olması gerekenler bu çarpık yapıdan haberdar olamıyor. Onlar için kavgalar bile süslenerek "hizmet sırasında nöbet değişimi" gibi süsleniyor. Dahası, kavganın odağındakiler de dakika bir gol bir, gol atana sahip çıkmasınlar mı? Üstelik pirüpak temiz olan, üstünden pislik akanı tutup en az kirli olana tercih ediyor.

Neden? Çünkü gösteri devam etmeli.

Merak etmeyin, siz kırk kişisiniz, biz de sizi biliriz. Sırlarınız ifşa edilecek diye de korkmayın, ben yazsam kimse inanmaz zaten.

Ama siz aynaya nasıl bakacaksınız, onun vicdan muhasebesine başlasanız iyi olur!

Not: Yazıda kullanılan gazete görseli, Sakarya Gündem internet sitesinden alınmıştır. Çekenden Allah razı olsun, hakkını helal etsin...

24 Aralık 2009

Yeni vicdanların vahiyle imtihanı: Şımartan internetin sosyal medyasıyla oku

Oku! Ama tweet haricinde bir şeyler oku lütfen!

Her yerde "Yüzde 99,999'u müslüman olan bir ülkeyiz" diye ahkam kesenlerin, islam dininin temeli olan okuma eylemi ve emrine bu kadar burun kıvırması ironik mi?

Ben bu saçmalığı olsa olsa şımarıklığa verebiliyorum. Hergün sayfa sayfa gazeteler yayınlanıyor, her ay dergisinden kitabına, medyada milyarlaca lira dönüyor. Saatler süren, içinde bir şeylerin konuşulduğunu sanmadığımız TV tartışmalarını da milyonlarca insan izliyor.

Buna rağmen insanların okuduğu twit'ler, facebook status'ları, friendfeed quota'ları, ek$i entry'leri, bloglar hedeler hödöler...

Yeni medyanın haberi, bilgiyi ve verileri çık hızlı ve kayıpsız bir biçimde anonimleştireceğinden bahsediliyordu... Bu içi boş, çekirdek gibi yeni medya araçları yüzünden anonimleşen bilgi/haber/veri değil de toplum oldu!

Hepimiz artık isimsiz kahramanlarız, bununla birlikte kahramanlıklar kazanan kimse kalmadı. Yattığımız yerden Yılmaz Özdil köşelerini birbirimze forward ediyor, Başbakan'a küfrediyor, küfür eden "mimlenmiş" politikacıların videolarını izliyoruz...

Bu resmen ikiyüzlülük: Daha fazla "hayatı" yeni medya araçlarıyla paylaşıp interneti doldurdukça hayatlarımızı daha boş hale getiriyoruz. Sonra da bunun adına "Sosyal Web" diyoruz.


Ya hayatta kalıyorsundur ya da ölüyorsundur


"Doğru, muhtemelen hayatın bir anlamı yok! Yine de hâlâ hayattayken, insanın kendisini adayacağı bir şeyler bulması mümkün. Tıpkı senin o çiçeği bulman gibi… Tıpkı, benim seni bulmam gibi…"

Başlık The Shawshank Redemption'dan. Yukarıdaki sözse Orochimaru'nun, Naruto'nun anime uyarlamasının 126'ıncı bölümünde, bütün kabilesi kılıçtan geçirilmiş ve hayatın anlamını yitirdiğine inanan genç Kimimarou'yu kendi safına davet etmek için söylediği söz.

Hayatta kalma mücadelesinin kendisi bazen o kadar yorucu olur ki, insanın kendisini sorgulamak için zamanı ya da isteği kalmaz. Bunun için belki de tarih boyunca çoğu insan, kısacık ömürlerinde yaşamaktan başka bir şey yapmamıştır.

Büyük insanların hayatlarını anlatan romanlar okumuş ya da filmler izlemişseniz görmüşsünüzdür, onlar hayatlarını adadıkları bir "Kavga" bulmuşlar ve bu kavganın içinde kendilerini var etmişlerdir. Gerçi şurası açık ki, kendisini gerçek bir kavgayla var eden biri bile, bence, aslında hayatı boyunca hiçbir şey yapmamıştır. Bir muzaffer komutanın var olduğunu kanıtlamaya zaferler yetmez!

Sanatçılar arkalarında abidevi eserler bırakırlar, devlet adamları arkalarında güçlü devletler, sanayiciler büyük şirketler… Bilim adamları keşifler, mucitler de aletler bırakır, evet; ama arkalarında bıraktıkları onca şey onları var etmeye yeter mi?



Henry Ford üretim bandını otomobil üretiminde kullanıp zengin oldu ve arkasında hanedan gibi bir dünya otomotiv devi bıraktı. İyi ama kendi, varlığını sürdürmeye yetti mi bu?

Bu soruların tamamının cevabı olumsuzdur. Yine de hayata olumlu tarafından bakmayı bilmek de apayrı bir beceri olsa gerek. (Bunu Orochimaru'dan öğrenmek de ilginç tabii…)

Yine de önemli olan, bir kere var olduktan sonra kişinin varlığını temize çekmesi, varlığının sağlamasını yapması, var olduğunu zamanına ve zamanının ötesine ispat etmesi değil; hâlâ varken kendisini adayacağı bir şeyler bulmasıdır.

Herkes kaçınılmaz sona ulaşınca, varlığını bir daha asla ispat edemeyecek hale gelecek. Ama inanın bana, hayatta kazandığı tüm kavgalardan
(ve hakkını yediği/emeğini çaldığı/üstüne basıp geçtiği tüm insanlardan) sonra, Henry Ford sanki rahmetli dedemden de, babamdan da daha çok yaşamış gibi geliyor bana.


21 Aralık 2009

Gururunuz nereden nereye kadar

Kar yağsa da azabın üstünü yorgan gibi örtse artık...

İsimler ya da eylemlerin niteliği önemli değil, son bir kaç günde daha önceki eylemlerinden 180 derece dönen bazı meşhurların marifetlerini okudum. Babadan gazeteciler, iade-i itibar peşinde siyasetçiler, kendini nimetten sanan artist müsveddeleri...

Eğilip bükülmemeyi, kimseye ayna ya da çanak olmamayı, el açmamayı fakat onurluca yardım istemeyi; ayrıca açılan ellerde örselenen onuru tamir etmeyi; insanların ahmakça değerlendirmelerinden azade ömür sürmeyi...

Uzatmayayım... Değer yargılarından uzakta durmayı, kendi gönlümce ve gururluca yaşamayı ilke saydım.

En iyi olabilmek adına kötüler arasına girmekten, üste çıkmak için birilerini aşağı çekmekten, kendimi görünür kılmak için başkalarının güneşini kapamaktan, saldırıya uğramamak için saldırmaktan, arıza yaşamamak için bozmaktan...

Yine uzatıyorum sanki... Kısır çelişkilere kapılmadan, bir arada var olmayı kıymet bildim.

Şimdi şimdi, ne büyük bir saf olduğumu iyice anlıyorum. Geçer akçe parke taşıysa, kaldırım olmanın cazibesi yadsınamazmış. Pareto'nun elitleri gibi, iyi bir bakkal olmakla iyi bir fahişe olmak arasında, toplum açısından hiç fark yokmuş!

Bilemedim, yavaş yavaş öğreniyorum.

Aykırı sorular, ezber bozma, toplumsal uzlaşı, akıl tutulması... Beylik ve içi boş laflarla adam olunuyormuş, 26 yaşında öğrendim.

Oysa daha önce bu beylik laflara ben nasıl gülüp geçiyrsam ve onları hafife alıyorsam, bu saçmalıklara maruz kalan herkesin aynı bilinçte olduğunu sanıyordum. Asıl akıl tutulması budur işte; yanlışta ısrar!

Değil mi ki birileri çanak suallerle ideolojilerin aynası oluyor, akabinde yirmi sene sonra rüzgar yön değiştirince çanağı tam ters yöne tutana ödüller veriyor... O zaman kendime itiraf ediyorum işte, pisliğin üstüne dikilen süsün de pisliğin parçası olduğunu ve boka batmaktan son anda kurtulmakla en akıllıca tercihi yaptığımı.

Yalnız şu da var, bir kere adamdan sayılmanın tadını alan birisi, haksız yere hafifsenmenin ve küçümsenmenin ızdırabını derinden hissediyor. Bu ızdırabı anlamaya kimselerin aklı yetmeyince de, ahmaklarla sarılmanın çilesi katmerleniyor.

17 Aralık 2009

KERKÖYDER'de gurur gecesi !

Kerameti Kendinden Özenti Yazarlar Derneği’nin (KERKÖYDER) kurucusu, daimi üyesi ve onursal başkanı Serhat Öztürk, yazarlık macerasında yepyeni bir gurur gecesine imza attı. Dün yaptığı bir başka yazarlık görüşmesinde gösterdiği performansla dernek üyelerini gururlandıran Öztürk, gerçi görüşme sonucu yazarlığa kabul edilmedi, ama görüşme esnasında “Dün yediğin hurmalar bugün götünü tırmalar” türünden saçma sapan espriler yapmadığı ya da Jeff Murdoch sendromu yaşayarak özdenetimini yitirmediği için büyük bir zafer kazandığını ifade etti.

Dernek üyelerine yaptığı açıklamada Öztürk, “Derneğimizi görüşmelerde başarıyla temsil ettim. Tamam, belki kerameti benimkinden de yüce 'Genel Yayın Müdür'ünü ikna edip profesyonel yazarlığa terfi edemedim, ama önemli olan katılmaktır, kazanmak değil anasını satayım” dedi!

Yazmaya özenen kaplumbağa


Diyelim ki eşgalimiz de emsalimiz de kaplumbağa; ömrümüz de bu kerataya denk düşerse yandık ki ne yandık...

Masal derleyicisi Ezop’un günümüze naklettiği masallardandır “Uçmaya özenen kaplumbağa.”

Kaplumbağa uçabilmek için iki kuşla anlaşır. Onların gagalarına aldığı dal parçasını ısırarak, ağzıyla tutunur. Böylece kuşlar havalanınca kaplumbağa da onlarla birlikte göğe yükseliverir. İlk kez "kuş bakışı" olarak gördüğü manzarayla vecde gelen kaplumbağa bir mutluluk haykırışı atmak için ısırdığı dal parçasını bırakmış olur. Tutunacak dalı kalmayan zavallı kaplumbağanın tek seçeneği düşüp ölmektir.

Galiba, diyorum tüm yaşadıklarımdan sonra, ben de yazmaya özenen kaplumbağa olarak, kendim ettim kendim buldum. Başıma gelenleri de hak ettim.

Hep olmak istediğim adam oldum, dünyada geçen 26 yılımın sonunda. Şimdiyse,  dünyadan göçüp gideceğim ve (nihayet) olduğum kişi olmaktan kurtulacağım günün özlemini çekiyorum.

14 Aralık 2009

İnsan neyle yaşar?

Kitapla mı? Saf olmayın, insan ekmekle yaşar!

O kadar laf dokundurduk, bir bütün bienal de döndü bununla ilgili. İki kelime etmezsem içimde kalır.

İl olarak Kafka'nın ortaya attığı ve sonrasında Brecht'in cevaplamadan önce retorik olarak sorduğu "İnsan neyle yaşar" sorusunun cevabı yoktur. Zaten bienal de bununla ilgili. Tek tek insanlar kendileri için en önemli şeyleri söylüyorlar, neticede insanı hayatta tutan ne çok şey olduğunu görüyoruz.

Öte yandan hem Brecht'in hem de bienalin bu soruyla hesaplaşma yöntemini en kibar dille safça bulduğumu söylemek istiyorum. Benlik sorunundan, ontolojiden ve etimolojiden haberi olmayan insanlar olabilir, çok normal. Dahası sanatçılar, akademisyenler için de bu kavramlar havada kalmış kavramlar olabilir, bu da normal.

Anormal olanı; "Hepimiz tek tek neyle yaşadığımızı söylersek insanın aslında ne çok şeyle yaşadığını öğrenmiş oluruz" gibi mesnetsiz bir yöntem üzerinden bir bütün bienali kuran, sürdüren ve milleti bununla oyalayan kuratörlerin bu kavramlardan bihaber oluşudur.

Günün birinde insanlık, insalık kadar eski bu soruya tarih boyunca verilmek istenen cevapları araştırdığında, böylesi saçmasapan ve üretkenlikten tamamen uzak, çocuk eğelencesi gibi "hopçiki yaya" tadındaki tuhaf etkinlikle İstanbul adını yanyana gördüğünde, dünyaya İstanbul'da gelmiş tapon bir İstanbul'lu olarak kemiklerim sızlayacak.

Yeni etiket: Ahiret sualleri

Chicago'daki bir yol inşaatında bu ablalar varmış, ablam söyledi. (müthiş kelime oyunu yaptım)

Daha önce keyifle yazdığım bir dizi etiketin üretim sıkıntısı içine girmesi sonucu, içeriklerine uygun daha geniş bir etiket konsepti üzerinde kafa yormuştum. Sonunda aradığımı buldum.

Eğlenceli ve blogun en okunası etiketlerinden olduğuna inandığım "Doktor korkuyorum" ve "Tercih listesi" etiketlerini, "Ahiret sualleri" başlığı altında bir araya getirip, kapsamlarını genişleterek yazmaya devam edeceğim.

Aslında önceki yazılar için değişen bir şey yok. Hırvat kratörlerin büyük keşif yapmışlar gibi Brecht'in "İnsan neyle yaşar" sorusunu sormaları üzerine bir bienal inşaa edilebiliyorsa, daha kışkırıtıc sorularla blog yazmak da gayet mümkün. Eski yazılar için, mesela "Hacı seni ne korkutur" ya da "Hangisini tercih edersin lan kanka" gibi sorulara cevap verdiğimi pekala iddia edebilirim.

Neyse, lafı fazla uzatmayalım, yeni etiketimiz hayırlı uğurlu olsun millete.

Bir blog için ironik bir analoji: Kalemi kırılan blog

Çölde serap görmek gibi bir şey benim için evde internet görmek

Bir blogun kendisini öldürmesi için en iyi yol yazmamakla olur. Okuru olmayan bir blogun kendi ipini çekmemesi ise "yazmamak için bahane üretmekle"...

İşin kötüsü, elimde dağ gibi birikmiş yazı olmasına rağmen, ne üzücü ki blogu güncelleyemiyorum. Bunun sebebi defalarca yazdığım gibi, internet erişimimde yaşadığım sıkıntılar.

Zaten geçtiğimiz günlerde yazı mecramı değiştirmemi gerektiren bazı olaylar yaşadım. Bunları yeri gelince paylaşırım. Görünen o ki beni okumak isteyenler için yeni bazı mecralara akacağım, ralarda buluşuruz efendim.

13 Aralık 2009

Arshavin will never walk again (ayağını kırıcaz bezevengin)

Seni futbolcu yapanın... Adamın pozisyonu yok, nereye koysan oynuyor!

Bir milyon tane spor ve özellikle de futbol blogu var, yüzlerce de okuyucusu var bu blogların. Bunların arasında yazmaya özenen kaplumbağanın yeri zaten yok. Spordan anlamadığımdan değil de ftuboldan hazetmediğimden. Benim futbolla ilişkim "Honours even at Recep Tayyip Erdoğan"dan ibaretti, o da zaten 2 yılda tükenen bilgisayarım yüzünden hayal oldu şimdilik.

Futbolu sevmesem de beni tanıyan herkesin bildiği bir hadise vardır ki, Liverpool dünyada sempati duyduğum tek futbol organizasyonudur. Her sene kadrosunu takip ederim, sonuçları izlerim, Rafa'nın bu takımı bir türlü şampiyon yapamamasını ben de kendimce sorgularım.

Geçenlerde Flying Dutchman'da Wenger ile ilgili bir yazı okumuştum. Fransız'ın Premier Lig'in en başarılı menajerleri arasına çoktan girdiği ve Arsenal tarihinde görülmemiş başarılara imza attığını, ancak uzun süredir şampiyonluk yarışından uzak kaldığını irdeleyen yazıda "Bu sene Liverpool'un da ilk kez şampiyonlukta iddialı olması sebebiyle işleri daha da zor" şeklinde yorumlanabilecek bir de cüme var. (yazıyı okumaya üşenenler olur diye özetledim xD)

Şimdi buna ne demeli o halde. Bugün oynanan maçta ilk yarıyı önde kapatan L'pool, Wenger'in ani müdahaleleriyle bir anda görünüşü değişen Arsenal'den 10 dakikada 2 gol yedi. Kendisi büyük olasılıkla şampiyon olamayacak olan Wenger, bari L'pool'a engel olmasaydı!

Wenger'e olan sempatim reset yedi!!!

01 Aralık 2009

Kurallar karman çorman, özgür basın toz duman

N'aber Ahmet, nassın? El salla bakalım ağabeylere... O koltuğu onlardan aldın, el sallamak zorundasın

Siyasette paradigma değişikliğine gidilmesi her zaman rüzgar yaratır. Rüzgardan kast ettiğim şu: Daha önceki uygulamalara benzemeyen uygulamalar yapmak, eski ve saat gibi işleyen düzenin köhnemiş olduğu izlenimini, daha doğrusu yanılgısını yaratır.

Söylemeye çalıştığım kısaca şu: Dış politikada öyle büyük bir paradigma değişikliği yaşandı ki, yeni bakan Davutoğlu'nun birbiri ardına patlattığı diplomasi bombaları kamuoyunda büyük başarılar olarak görülmeye başlandı.

Benim güncel dış politika değişikliklerine bakış açım, Türk siyasetinin ABD eksenine tamamen oturduğu biçiminde. Davutoğlu'nun ABD ile nane molla ilişkiler yürüten devletlere de ziyaretler yapması ve diplomatik "başarılar" elde etmesi sizi aldatmasın. Irak'ta çok karlı ama yönetilmesi zor bir savaştan çıkan ve askeri varlığını sonlandırmayı hedefleyen ABD'nin bölgeye sadık bir Viceroy bırakması gerekiyor. Görünen o ki bu sadık viceroy da Davutoğlu olacak.

Tam olarak, tüm çıplaklığıyla ortaya seremediğim ama var olduğunu ve işleme mekanizmalarını yüzeysel olarak bildiğim, ABD'deki "Hükümet-Medya uyumu" yeni meyvelerini vermeye başladı örneğin. Yabancı medya devlerinden beslenen, taze medya patronu Ciner şahanesi Newsweek Türkiye'nin hükümet yalakası (Yanlısı demiyorum... Yanlılık ya da yancılık peşinde değil bu makaleler, doğrudan yalakalık peşinde) bazı makaleleri, derginin ABD edisyonunda da yayınlandı ve ses getirdi.

Amarigan - Türk ortaklığında yayın yapan bu büyüüüüük medya kuruluşları, gezegenimizin patronlarının çarklarını döndürmek için su taşımaya devam ediyor. Yalnız kendilerine şu Türk atasözünü de hatırlatmak isterim: Taşıma suyla değirmen dönmez!

Bu arada, bağımsızlığı tartışmalı medya örgütleri, Türkiye'de özgür basının baskı altında olduğunu söylemiş. Yooo, hiç de değil. Bakın, bizim "Özgür" basın çoktan ipleri Amarigan devlerinin eline vermiş !!! Dergilerimiz bile Amarigan isimleriyle çıkıyor.

I'm feeling so disgusted, how pathetic can I possibly be

Solan çiçekler değil de sanki yiten günler daha hüzünlü gibi... Sanki

Gözlerinin olmadığı yerde durdum bugün. Göremeyince düştüm. Düşümden düşünceler de düştü benimle beraber. Gözlerinin olmadığını gördüm. Sonra sana meylettim, öylesine belirsiz ki varlığın. Derken bir çiçek açtı alnımın orta yerinde. Daha güzel olur belki yarın. Bir kalp, sevgisi bölünmüş; yarım! Kalkın! Yattığınız yerden kalkın! Çünkü gözlerini görmedim bugün. Belki varlığı ya da yokluğuydu meselem. Ama gözlerinin olmadığı yerdeydim, gözlerini göremeyince düştüm. Düşüncelerime düşlerim yarenlik etti, düştüğüm yerde gözlerini gördüm. Çünkü o öyleydi: En küçük cesareti bile en büyük ödlekliği kadardı!

"Yardan düştüm, yaralarım yardan armağandı"

---

http://fizy.com/s/17sols

I just read your letter,
It says that you'll be gone for awhile.
Don't you think t'was getting better,
I guess I'm just a fool strung-out.

What to do?
Life is through.
Just wanna kill, myself for you.

I wonder, just how sympatic you'll be?
You've come to take me under,
And I forgot all about me.

What to do?
Life is through.
Just wanna kill, myself for you.
So tell me why?
You say goodbye.
And tell me why!??
YOUR FUCKING UP MY WHOLE LIFE!

Yeah,
Fucking up my whole life,
So I'm on my way,
I leave today,
If I get away,
It'll be okay.
It'll be okay.

I'm looking out a window,
Into a world that's taking you from me.
And I'm feeling so disgusted,
How pathetic can I possibly be ?

What to do?
Life is through.
Just wanna kill, myself for you.
So tell me why?
You say goodbye.
And tell me why!??
YOUR FUCKING UP MY WHOLE LIFE!

Yeah,
Fucking up my whole life.
So I'm on my way,
I leave today,
If I get away,
It'll be okay.
It'll be okay.

If their's a better place you can take me,
Better life you can give me.
Whatever place I can start all over.
And I would, never need what you gave me.
Never need you to save me.
And never feel like this life is over.

So I'm on my way,
I leave today,
If I get away,
It'll be okay.
It'll be okay.

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası