29 Ekim 2010

Serhat Abi ile şaşırtıcı diyaloglar

Sıradışı bazı cümlelere kulak misafiri olmuşsunuzdur muhakkak. Benim duyduğum en süfersel cümle, ortaokul arkadaşım İlker'in başka birisiyle konuşurken kurduğu "Duydun mu lan n'olmuş?! Güven'in ayağını kırmışlar, Abdulkadir'in de amına koymuşlar" cümlesi oldu. İşin komik tarafı, Güven'in gerçekten ayağı kırılmıştı. Yıllardır "Acaba Abdulkadir'in başına ne geldi" diye merak etmiyor değilim.

Ben de kulak misafiri olanlar için sıradışı gelebilecek bazı cümleler kurdum mu diye düşündüm. Çoluğuma çocuğuma anlatacak anılarımı hatırlamaya gayret ettim ve bu listeyi yazabildim. Hatırladıkça yenilerini eklerim. Kurduğum tuhaf cümlelere kulak misafiri olanlar da lütfen bana haber etsin, listeye o cümleleri de ekleyim.

- Serhat, bu kitapların hepsini okudun mu?
- Hayır, kıvırıp götüme soktum!

- Yüzüme bakar mısın Serhatcığım, bir şey var sanki...
- Var tabii, kaşın var gözün var...

- (Tabaktaki makarnayı göstererek) Bunun adı ne?
- (3 saniyelik duraklamanın ardından) Osman!

- Hangi sırada bekliyorsunuz?
- Sıra yok hanımefendi, boşalan gişe olduğunda oraya geçebilirsiniz.
- Ama öyle olur mu bık bık... (uzattı mevzuyu bu)
- Şimdi efendim şöyle oluyor... (anlatmaya çalıştım ama anlamaz ki kafa yok)
- Ne saçma. Hiç de böyle şey duymadım.
- Saçma değil, matematik. Onu da hiç duymadınız galiba.
- Cık cık, bu gençlik de bık bık bık...
- Genç olmayanı da görüyoruz, eksik olmayın.

Ve taaa liseden bir anı

- Sen anladın mı bakalım delikanlı.
- Anladım hocam!
- İyi, kalk bakalım tahtaya.
(kalktım tahtaya gidiyorum)
- Pek analayacak bir tipin yok da...
- ...

Sonrası yok.

- Kalemin var mı?
- (Elimdeki kaleme bakarak) Yok!

- Pekii.. Niye hiç sevgilin yok.
- Başkalarının a*la yapabildiğini ben elimle yapabiliyorum, param da cebimde kalıyor.

13 Ekim 2010

Bir gün herkes 15 dakikalığına anonim kalacak

Facebook-Guy Mark Zuckerberg, meselenin başında "Facebook gizliliğinize ve özel hayata çok büyük saygı duyuyor ve değer veriyor" demişti. Yaz başındaki Web 2.0 seminerlerinden birindeyse "Bu çağda gizliliği kim ne yapsın" dedi.

Artık her an hangi şehirde, nerede olup ne yaptığımızı bile isteye, kendi ellerimizle internette yayınlıyoruz. İnterneti bilgi çöpülüğü yaptık demiştim zaten. Örneğin geçen sene meme kanserine dikkat çekmek için Facebook üyesi kadınlar kilotlarının rengini yazıyordu kişisel ileti bölümüne. Buradan yak!

Bu çağda gizli kimliği olan bir "Sanatçı" var olabilir mi? Olamaz gibi görünse de, kendisine "Banksy" adını takmış Britanya kökenli bir sokak sanatçısı uzun yıllardır kimliğini gizli tutmayı başarıyor. Artık bir sanatçının değil bir kollektivin varlığından söz etmek bile mümkün.

Banksy'nin son işi, grafiti yerine The Simpsons'ın jeneriğini yapmak oldu. The Simpsons'ı ne kadar sevdiğimi daha önce yazmadıysam bile şimdi yazabilirim: Yatak çarşafım Bart'lı, Homer'ın kafası şeklinde pofidik terliklerim bile var. Merchandising Rulles!

Ama Banksy'nin yaptığı işi büyütmemek lazım. "Anarşik" olmaktan çok, gerçekten en anarşist duygularımızı harekete geçirecek bir durumu hiciv yoluyla adeta meşrulaştıran bir başka "merchandising" hilesi olmamış mı?

Jeneriğin ilk saniyeleri aslına uygun bir eleştiri aslında... Önce uzak doğulu işçileri çok kötü koşullarda dia'ları boyarken görüyoruz. İşler burada cıvıtmaya başlıyor. Dia'ları temizlemeye götüren çocuk işçi kartı alıp üstünde biyolojik atık damgası bulunan bir varile gidiyor (!) Varilin yanında çocuk kemikleri var (!!) Canlı kedi yavrularının tüylerini yolan makineden fışkıran pamuk Bart oyuncağını dolduruyor (!!!) Kasalara dolan oyuncaklar bir pandanın çektiği arabayla taşınıyor (!!!!) Oyuncakları yapıştırmak için bir yunusun cesedi (!!!!!) CD'leri kutusuna yerleştirmeden önce ortasını delmek içinse bir UNICORN BOYNUZU kullanıyor (!!!!!) Oha artık!

Fox'un ve sahibi Rupert Murdoch'un eleştiriyi ne kadar hak ettiği malum. Ama acı gerçekleri göstermek yerine gerçek dışı hicivleri kullanınca ortalama Amerikan izleyicisi (ki tamamı gerizekalıdır) bunu anlamaz ki... Bunu da mizah zanneder. Böylece 25 yıldır Fox'tan ekmek yiyen Matt Groening ve Al Green'in vicdanı rahatlamış olur, "merchandising" gelirleriyle çocuklarını yaz kampına yeni eyaletleri Irak'a gönderirler yakın gelecekte...

İfade hakkı yasaklansın

Özgürlük-Hak-Hukuk-Duduk! Kimse bilmiyor, ben az çok biliyorum ya; deliriyorum. Efendim bir defa özgürlük şudur; doğal yollarla kısıtlanamayan, labaratuvar gibi kontrollü ortamların haricinde yok sayılabilecekleri kabul edilemeyen olay ve olguların hepsi özgürlüktür. Kısaca, özgürlüğü engelleyemezsiniz. Düşünce, üreme gibi insan davranışları "Özgürlük" kapsamına girer, kimsenin düşünmesinin ya da üremesinin önünü kesemezsiniz.

Hak ise, özgürlüklerden yararlanmanın yasalara bağlı olması durumudur ve özgürlüğün dolaylı kavramıdır. Yani "İfade özgürlüğü" gibi bir kavramdan bahsedemezsiniz. Kasttetiğiniz şey, "Düşünce özgürlüğü" dolayısıyla kullanabileceğiniz "İfade hakkı" olur. Sağlıklı bir insanın düşünmesini yasaklayamazsınız ama düşüncelerini ifade etmeyi yasaklayabilirsiniz.

Kriter de bu olmalı. Bir insan, kendi zihin kapasitesinin sınırları dışında kalan şeyler üzerinde düşüncelerini paylaşmaktan men edilmeli. Gerçekten. Ben mekatronik ya da genetik bilimi hakkında, ne bileyim astrofizik hakkında tek kelime ettim mi? Felsefe, sosyoloji ve edebiyat... Eh biraz da alternatif popüler kültür meseleleri üzerine düşündüm şimdiye kadar. Çünkü onları anlyorum. Ama şu aşağıdaki alıntıyı yaptığım arkadaşlar anlamadıkları bir alanda kafa yormuşlar. Yazık olmuş:

"Rahatlıkla mutluluk olmaz... Mutluluk acıyla elde edilir, insanoğlu hayata mutlu olmak için gelmemiştir." - Dostoyevski


Rahatlıkla gelen mutluluk kalıcı olmaz... En büyük mutluluk tek başına kalbinde bulabildiğin mutluluk onu bulamazsan istediğin kadar uğraş mutlu olamazsın!

Bence yanlis yorum abicim!!! Insan sükretmesini bilse mutlu olur! Biz malesef öyle bir nesildeyizki sükretmesini bilmiyoruz.Isyan ettigimiz kadar Dua etsek belkide bir problemimiz kalmiyacak

Saçma bence insanoğlu acı çekmek için geldiyse işlenen günahların,isyanların hesabı sorulmazdı

insanoğlu mutlu olmak istedikten sonra sabah uyandığında şükürler olsun bugünde hayırlısıyla uyandım der mutlu olur mutluluk göreceli benim mutlu olduklarımla belkide başkası mutlu olmaz her insanın hayata bakış açısıyla değişir mutluluk...

no pain no gain..

Benim Dostoyevski sevgimin saplantı olduğunu bilmeyen okuyucular, bu yorumlar karşısında ne kadar çıldırmış olabileceğimi tahmin etmişlerdir. Böyle zamanlarda içimdeki faşist çıkıyor ortaya. Benim gibi düşünmeyen değil de, düşünemeyenlere ölüm diyorum.

Bir vakit, aklıevvel bir arkadaşım "Ne yani, Dekart düşünmüse yok mu olucak, çok saçma" demişti. O zaman cinayet işlemedim ya, bu alıntıdaki yazılanları  gördükten sonra da işlemem.

12 Ekim 2010

Başıma bir iş gelmeyecekse futbolu sevmiyorum

Hidayet'in "Maddi manevi - lay lay" demeci çok konuşuldu. Şu bir gerçek ki bizi sevince boğan 12 dev adam aslında şampiyonayı kazanamadı. Yine de basket turnuvasını kazanamayanlara adam başı bir buçuk milyon dolar, güreş-halter-tenis turnuvasını kazananlaraysa "Baba" çifte standardını hazmetmeniz gerek: Siz de referandum zamanı ikinci olsaydınız siz de milyon dolar alırdınız.

Bununla birlikte şunu söylemeliyim, Dünya Kupası maçlarının hiçbirini canlı izlemedim. Şimdiye kadar hepsini izlemiştim, 7-9-12 gibi derecelerle neticelenmişti milli takımın macerası. Fena mı oldu izlemediğim... Bak ikinci olduk, totem tuttu.

Ama sonradan tatsızlık çıkacaksa şunu da araya katıştırmak istiyorum... Kankalarla PES oynamak, yalnızken Football Manager oynamak, bunlar ayrı. Ben futbolu sevmiyorum. Bu konuda son sözüm bu. 8 Ekim 2010 Almanya Türkiye maçını izlemedim mesela. Sabah twitter'dan öğrendim sonucu. Çok da umursamadım.

Bu durumdan şu sonuca vardım. RTE'nin propaganda malzemesi olmayı kabul edip milyonlara konsalar bile basket takımını izlemekten daha büyük keyif alıyordum. Kazanmalarını istemekten bahsetmiyorum; oyunu raconuna uygun biçimde oynamalarını da söylemiyorum. Oyunu seviyorum ben; kim basket oynarsa bakasım var sizin anlayacağınız...

Ama futbol için durum bu değil. Liverpool, Celtic, Livorno ve St. Pauli'ye saygımız sonsuz ama onlar da kusura bakmasın. Mal sporu futbol.

11 Ekim 2010

Batna cila

Şu belli ki, bugün seyretmekte olduğumuz iktidar mücadelesi aslında Cumhuriyet Projesi'nin kendi brujuvazisini yaratma organizasyonu ile, cumhuriyetten en şikayetçi olan Ümmetçi geleneğin yerleşmiş toplum yapısının mücadelesidir. Cumhuriyet yeni bir toplum ve yeni bir brujvazi getirmeyi hedefledi. Yerleşik düzen bırakın yenisini, "brujuva" denen Avrupa türü şehirli hayata kökten karşıydı. Bugün örgütlenen ümmet sermayesinin oluşturduğu yeşil brujuvazi hepimize büyük bir sosyal dönüşümü dikte ederken, bunu hissedemeyecek kadar tuzu kuru olanların demokrasi geliyor diye tef çalmalarına şaşmamak elde değil.

Kimseyi hiç bir şeyle suçlamayalım. Türkiye'deki sermaye çevrelerinin mücadelesi "Devler tepişiyor halk eziliyor" şeklide cereyan edebilir ama bu adamların sermayeyi kazanmak için ne "arzettiğine" de bakmak gerekmez mi?Mesela "Yeşil sermaye" güruhuyla ilişkisi yıllar önce dirsek temasından öteye geçmiş Evyap'ın, "Bir Türk Mucizesi" olarak ürettiği Arko krem, yıllardır bütün evlere girdi. Üç nesilin "Batna cila" diyerek evine aldığı bu kremle bir büyük sabun imparatorluğu kuruldu.

Sermayenin yeşili olur mu olmaz mı bilmem. Ama cayır cayır su toplamış ayağıma her akşam Arko krem sürerek rahatlamamın Türkiye'nin üniter yapısına zarar verme ihtimali varsa bile; "dış mihrakların ülkemiz üzerindeki kirli emellerini" tamamladıktan sonra Evyap sabun kullanmalarına razıyım. Ayağımı rahatlatan bu adamlar benden yıllardır hayır duası alıyorlar.

Özet geçiyorum: Allah bu kremi yapan adamdan razı olsun. İki dünyada mekanı cennet olsun.

Not: İşin "mamül" ayağı temiz olmasına temiz ama piyasa şartlarında bırakın Evyap'ı, Hacı Şakir bile temiz kalamaz. Nitekim kalmamıştır da... Sigortasız işçisi yoktur ama teşvik kıyakları mı, vergi muafiyetleri mi, rüşvetle örtbas edilen yönetmelik ihlalleri mi... Ne ararsan gırla. Ama kremine laf yok, kremi kral!

10 Ekim 2010

Bir bilgi çöplüğü olarak Internet

Sağlam admin ve yöneticileri olsa forumlar ne çok işe yarar... Türkçe edisyonu da İngilizce kadar iyi editöryel kadroya sahip olsa Vikipedi gazetelerin ansiklopedi promosyonlarını geçersiz kılabilir. Yeni nesil medyanın yeni trendi sosyal imleme ortamı olmaktan vazgeçip asıl varoluş nedeni olan bilgi ve fikir paylaşımı işine dönse ekşi sözlük bile ülkeye çağ atlatabilir.

Onun için, kendimizi kandırmaktan vazgeçelim. Daha önce de yazdım, bugün o çok beklediğimiz "Dünya dışı zeka sahibi yaşam formları" ile bağlantı kursak, bize ilk soracakları soru muhtemelen şu olur: Teknik kusurları bir yana bırakırsak hayli verimli çalışmaya aday mükemmel bir sınırsız bilgi paylaşma ortamı olan interneti neden yasaklar ve kısıtlarla boğup, kalan açık kısmının dörtte birini de pornografiye ayırdınız?

İnternet yeni nesil eğlence aracımız olmuşken, beni geçtiğimiz iki sene boyunca hayli eğlendiren ekşi sözlük klonu Hacettepe Sözlük'ün de, kimse kusura bakmasın, içler acısı durumunu gördükçe daha bir üzülüyorum. Mezun olduğum okulda okuduğu için bir çok ortak yönümün olması muhtemel insanlarla, artık yerleşmiş bir sözlük formatı içinde, belki tamamen eğlence odaklı olup akademik ya da entelektüel hiç bir yönlendirme olmadan, görüş alışverişinde bulunabildiğim şirin bir siteydi sözlük. Önceki gün 3 başlık açılmış sadece... Geçen gün hiç yeni ileti girilmemiş... Bugün de icraat 20 iletiyle sınırlı, haftasonu olduğu halde.

Bilgi çöplüğü haline getirdiğimiz yetmedi, bir de proje mezarlığı yaptık interneti, en çok ona üzülüyorum.

Not: Başka sözlük klonlarını araştırıyorum şimdi, beğendiğim olursa haber veririm.
Not2: Ozan, kötüsözlük'ü beğenmedim. N'apiyim yani :)
Not3: Hacettepe Sözlük'ü de hala bırakmış değilim. Ama eskisi kadar sık giremediğim de bir gerçek.

Çirkine öğütler

Öğüt o1 Güzellik ya da çirkinlik aslında kıyasa tabiidir, izaafi oldukları söylenir. Yine de orantılarsak, matematikleştirirsek; mecburen yarı yarıya ayrım yaşandığı iddia edilebilir. Bunun için gezegenin yarısının çirkin olduğunu unutma. Diğer yarısının güzel olduğu gerçeğini kafana takma

Öğüt o2 Çirkinlik de dereceye ayrılabilir. Her zaman senden daha çirkin insan bulabilirsin. Unutma! Çirkinliğini kafaya takmamak mantıklı görünüyor değil mi? Hayır, kendinizi kandırmayın! Sizden çirkinler sizi daha güzel kılmaz, onları daha çirkin kılar. Çirkinliğinizle barışık olmanız söz konusu değildir, sadece çirkinlikle yaşamayı öğrenmeniz gerek. Elinizi çabuk tutun ve fazla güzel insan beklentisi olmayan birisiyle evlenin. Yalnız ölmeyin.

Öğüt o3 Aynaya fazla bakma. Üzme kendini. Kendi görüntüsünü seyrek olarak gören çirkin insanların %45'inin iş verimi iki kat artıyormuş. Gerçi bu çalışma kalabalık olmayan bir denek grubuyla yapıldı. (Bir kişi, o da ben...) Yine de çalışma çalışmadır. (Dersen ki bir kişilik grubun nasıl yüzde kırkbeşi oluyor... Bir ben var bende benden içeri... onda da varsa bir başka ben, kafadan ettik mi üç kişi?!)

Öğüt o4 Güzel insanların arasında pek durmayın. İzaafi güzellik anlayışınızı ifraazata uğratır, can yakar, kalp kırar. Hem kıyaslama eşiğini de yükseltir. İnanmıyor musunuz? Bakın iki senedir millet "Ezeeeel" diye ölüyordu, üç bölümde bir "Sekiz" çıktı, millet Kenan'a  tuvalet fırçası muamelesi yapmaya başladı... Neden? Çünkü el elden üstündür! Genç kızların sevgilisi bir adam bile kendisinden daha yakışıklı birinin yanında çirkin görünüyorsa, sen ben demek ki Kıvanç'ın yanına gitsek "Köpeğinizin cinsi ne" diye soracaklar kanka...

Öğüt o5 Dergilerin güzelleşme makalelerine kanmayın, kozmetik önlemlere yönelmeyin. Sağlıklı bir vücudunuz varsa, kafa sağlığınız da yerindeyse; binaenaleyh tek derdiniz çirkinlikse yerim ben öyle derdi. Bin yılın soğu geliyor, seçim uzakta olduğu için kömür dağıtan yok! Milletin kıçı açıkta. Sen blog okuyorsun. Öküz!

Öğüt o6 The Good, the Bad and the Ugly izleyip kendinizi Tuco ile (filmin çirkini) özdeşleştirmeye çalışmayın. Eli Wallach o kadar da çirkin bir adam değil.

Öğüt o7 Bu satırların yazarı olarak benim de, muhtemelen okuyanların en az yarısından; gerçekçi bir yaklaşımda bulunursak tamamına yakınından daha çirkin olduğumu da unutmayın. Bak ben nasıl mutluyum hayatımdaühühühühühü

08 Ekim 2010

Netizen olmak ne zormuş

Bilmeyenlere kısa brifing verelim: İngilizce iki kelimenin, net ya da internet ile citizen (yurttaş) hibritleşmesiyle ortaya çıkan netizen tam olarak; internet ortamındaki varlığına, varoluşuna, internet kimliğine ve gerçek kimliğinin internetteki izdüşümünün tutarlılık arzetmesine önem gösteren kişidir. Yani kimdir netizen? Kendi adına Facebook sayfası olan, adını ya da işini temel aldığı, kolay hatırlanır bir e-mail adresi hatta internet sitesine sahip olan, mümkünse blog yazan ya da sosyal ağlara katılan kimsedir.

Ama netizenlere hizmet veren kuruluşlar sürekli değişen trendleri takip ederek değişime ayak uydurmazlarsa pazar paylarını kaybedip iflas etmek durumunda olan şirketler oldukları için, kimi zaman aynı amacın peşinde koşan milyonlarca insanı bir araya getiren netizen projelerinin dönüşüm geçirdiğini görmek kaçınılmaz oluyor.

12 sene önce günlük olayları tanımlayarak hayli değişik bir bilgi arşivi oluşturmak amacıyla hizmete giren ekşi sözlük bunlara iyi bir örnek. Büyük internet portallarının ziyaretçilerinin görüş ve düşüncelerini paylaşmları için kullanılan forumlar da kendiliğinden sitelere dönüştüler, bazı internet portallarında sadece forum yazılımı var! İşte, uluslar arası projelerle farklı üniversitelerde eğitim gören ya da çalışmalara katılan öğrencilerin haberleşmesi için kurulan Facebook'un hali...

Bağlamından çıkan son hizmet de twitter oldu. Ne kadar eleştirsek az, 140 karakterle SMS'ten ya da Wi-Fi/3G'den etkinlik güncellemesi yapabileceğiniz mikroblog servisi olarak işe başlayan twitter da değişmek zorunda kaldı ve embeded video oynatmadan link paylaşmaya, interneti öldüren "like" seçeneğine kadar (twitter'da onun adı ReTweet oldu... eskiden doğrudan RT yazarak kullandığımız seçeneği yazılıma entegre ettiler ama bu RT'nin bir nevi "Like" olduğunu değiştirmiyor) her şeyi eklediler twitter'a.

Asıl soru şu: Twitter'ın bunlara ihtiyacı var mıydı? Bence hayır.

Bu seçenekleri zaten sunan 923492 tane site varken; insanlar bir farklılık aradığı için twitter'a girmeye başlamıştı. Popülerliğinin artmasıyla, zamanla twitter'ın sunduğu mikrobloging hizmetine gereksinim duymayanlar da sisteme üye oldu. Sayıları giderek artınca, twitter yönetimi üye çoğunluğunun isteklerine kayıtsız kalamadı ve sistemi baştan ayağı yeniledi.

Twitter'ı yenileyerek kötü bir Facebook, işlevsiz bir StumbleUpon, hantal bir FriendFeed haline getirenler de yeni çağın dahileri olarak tanımlanmıyor mu, illet oluyorum illet!

06 Ekim 2010

Oğlanla kız

o Bu en iyisi mi; yapabileceklerin bu kadar mı benim için?
^ Asla emin olamıyorsun değil mi hayatı hak ettiğine... Asla rahat yüzü göstermeyeceksin kendine! Her zaman daha iyisi olabileceğini, daha mükemmelini yapabileceğini düşünüyorsun. Benden de bunu beklemen herkesten önce kendine haksızlık değil mi?
o Hak yok, hukuk yok bizim aramızda. Fedakarlık var belki ama şu anın duygularıyla yetinebileceğini sanan sadece sensin, ben değil. Beniyse geçmişin hayaletleri ve geleceğin belirsizlikleri kovalıyor.
^ Oysa ben ölüme gidiyorum değil mi? Geleceğinde yer almam şüpheli. Sağ kalsam bile senin gözünde öleceğim. Gideceğim, ve döndüğümde sen olmayacaksın.
o Neden bizim de eski zaman aşıkları gibi sevişebileceğimizi sanıyorsun, sana bunu düşündüren ne? İnsanlar babalarından çok zamanlarına benzer, biz de bu zamanın aşıklarıyız. Seni en popüler biçimde seviyorum; twitter mesajlarıyla, SMS'lerle, Facebook'ta fotoğraf paylaşmakla; senin yerine kredi kartını ödeyip faiz işletmemekle, festivale bilet almak için simit ayrana talim ettiğimiz bir haftasonu gününde, ardına kadar açık camın önünde birbirimizi okşayıp sevişmekle... Seni bunlarla seviyorum.
^ Ama ben, bunların hepsini sevdiğim halde, seni sevmek için bunları aracı olarak kullanmaya, bunlara bahane olarak ileri sürmeye ihtiyaç duymadığım için birden silinebilir, üstü çizilebilir, unutulabilir oluyorum.
o Bu değil, seninle benim aramdaki ilişki silmek, üst çizmek ve unutmakla ifade edilemez. Ama biz aynı cephede savaşacak askerler de değiliz ne yazık ki...
^ Beni cepheden cepheye salman neden öyleyse... Hangi cepheye aidim ben. Atletik değilim, girişken değilim, romantik değilim, zeki değilim, hazır cevap değilim, buyurgan ya da yaratıcı da değilim. Beni yanında neden tutuyorsun başında beri. Sırf aşığım diye mi?
o Bana iftira atma! Belki ben de aşığımdır sana!
^ Seven sevdiğini gönderir mi hiç. Git der mi gitmesini istese bile. Onu kendi teninden mahrum bırakır mı, kalmak istiyorsa sevdiği.
o Git, seni sevdiğim için git. Tenimi unut, sana aşık olduğum için. Beni isteme, benim yanımda kalma, çünkü beni bunların hepsinden daha çok sevdiğini biliyorum.
^ Ne olmamızdan korkuyorsun da kovuyorsun beni?
o Birbirimize alışmamızdan!
^ ...

Süsten azade olmalıyız, belki kestane şekeri gibi

Çok söyledim, bir kez daha söylemekten çekinmem.

Toplumsal kabul görmüş "Yazarlık" mecralarını kullanarak yazmak isteseydim onu da yapardım. Yaptım da zaten. Sadece ağzımın tadı bozuldu. Bu konuda neler hissettiğimi daha önce kaleme almıştım. Tekrar etmeyi gereksiz görüyorum.

Hayatımın süsten ve cakadan azade olmasını sağladığım gibi (örneğin inatla rahmetli babamın hatırası 94 model Toyota'yı kullanmaya devam etmem gibi... Reklamı ters çevirerek söyleyelim, "...benim toyota'm babam gibi araba!") blog'un da süsten ve cakadan kurtulması gerekiyordu. Kararı verdim, tasarımı sildim, sadece yazılar var. Şablonlar tablolar, köşeler menüler yok... Bir çok eğlenceli blog, mikroblog ce tumbleblog okuduktan sonra, yeni Blogger araçlarının bizim emektarı da adam edebileceğini fark etmemle, tüm bu blog ıvır zıvırını kaldırdım.

"İhtiyaç fazlası haramdır" diyen ayet gibi (1), gereksiz parçaları atıp kurtardım hayatımı. 4 milyarlık masrafla balkonu yok etmek yerine, evin temellerini sağlam bırakmak şartıyla, bütün duvarları yıktım. 1000 yıllın en soğuk kışı olacakmış. Ne gam, askerde olacağım ben... Üşürseniz inşaat artığı molozu yakıp ısınırsınız...

Hem bu resimdeki kestane şekeri, güzelce paketlenmemiş olsa bile, ağzınızı daha mı az sulandırıyor yani?


Notlar
1. Bakara Suresi, 219; "... Sana neyi infak edeceğini soranlara; helal kazancın kendine ve bakacaklarına yeten kısmından artan kalanı, diye cevap ver." Söz konusu ayeti İhsan Eliaçık kendi blogundaki yazısında tefsir etmeye çalışmıştır, referansım orasıdır.

01 Ekim 2010

Korku Cumhuriyeti'nde yeni bir gün

Baskının her türlüsü kötüdür gibi bir önermeyi temellendirmeye uğraşmakla vakit kaybedecek kadar saf değilim. Sloganlarla konuşmanın aksayan taraflarını yıllardır yazıyorum. Yine de şu var, bir baskı aracı olarak sansür ve yasaklama, amacına ulaşan değil; aksine karşıtlık yaratan, etkin olmaktan uzak bir yöntem. Sadece bazı bireylere belli bazı eylemlerden el çektirebiliyorsunuz ama asla hiç bir şeyin yapılmasının önüne bütün bütün geçemiyorsunuz, sansürü kullanarak...

Dün Vimeo.com da kapanınca, uzun bir süredir sansür üzerine bir şeyler yazmamış olduğumu fark ettim. Kanıksadığımdan mı yoksa Google Public DNS sayesinde mi oldu bilmiyorum. Ama şunu çok iyi biliyorum; iktidarın dünya görüşüne eklemlenmek isteyen bürokratların da "Yasanın etrafından dolaşarız" dediği, bürokrata gelene kadar Başbakan'ın kendisinin "Ben yasaklı sitelere giriyorum, siz de girin!" dediği bir ortamda, internet sansürünü engellemek için yasal olan DNS gibi seçeneklere yönelmenin "Olağan" karşılanması, Korku İmparatorluğu'nun (pardon, yeni anayasayla demokrasimiz pekişmişti sahi... Korku Cumhuriyeti'nin) çoktan muktedir olduğunu ilan ettiğini ispatladı bana...

Baksanıza, güçleri daha Fırat Haber Ajansı'nı kapamaya yetmiyor, ama Şırnak'ta "Terörü bitireceğiz" diyorlar... Vimeo kapatarak bitirecekler herhalde... (Allahım ben de yaptım... Yılmaz Özdil gibi, konuyu bağlamından çıkararak, alakasız konular aracılığıyla iktidarı eleştirdim... Hürriyet'te bir köşe de bana ehuaehuaheua)

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası