28 Nisan 2009

Hadi ordan seksi...

Türkiye’de seksi olmaya cesaret edecek kadın kalmadı. Olanlar da maalesef cesur değiller - Didem Erol
(kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/magazin/anasayfa/11524788.asp?gid=229)

Türkçe konuşabildiği gün Türkiye hakkında daha doğru bazı tespitler dile getireceğini umduğumuz bir seksinin itirafını okudunuz...

Dimağınıza sahip çıkın...

24 Nisan 2009

Eskidendi... Çooooook eskiden...


Benim futbol oynadığım dönemde magazincilerin
futbolcu 
'takibasyonu' çok daha fazlaydı.
Sergen Yalçın


Tamam laf ettin bal kabağı, ona eyvallah... Vatan'da yazdığın sayfanın editörüne acıyorum, o ayrı... (ki yazıyı da okudum, helal olsun adama, "Sergenceden Türkçeye" tam çeviri yapmış, helal olsun)

Ama sen futbolu daha iki sene önce bırakmadın mı gardaş? Ne çabuk Turgay Şeren havalarına girdin? Bugün sahaya çıksan oynarsın ama tutturmuşsun "Benim oynadığım dönemler" diye bir gou goy... Çok mu uzak yani; Chelsea'yi tek başına yendiğin maçı 12 yaşında yeğenim bile hatırlıyo hala lan...

Kıssadan hisse: Bence sergen, Maradona-Platini ayarında bi topçu ama, bu ehl-i kalem işlere soyunmasın...

run to the hills

babacığım, bütün fotoğrafları havaalanı'nda çektirmeyin... hep bruce pilot diye bunlar, biliyom be



white man came across the sea
he brought us pain and misery
killed our tribes killed our creed
took our game for his own need

we fought him hard we fought him well
out on the plains we gave him hell
but many came too much for cree
oh will we ever be set free?

riding through dustclouds and barren wastes
galloping hard on the plains
chasing the redskins back to their holes
fighting them at their own game
murder for freedom the stab in the back
women and children and cowards attack

run to the hills run for your lives
run to the hills run for your lives

soldier blue in the barren wastes
hunting and killing their game
raping the women and wasting the men
the only good indians are tame
selling them whiskey and taking their gold
enslaving the young and destroying the old

run to the hills run for your lives

Bayramın kendisi de koltuğa oturan çocuklar kadar sembolik


Her bayramda aynı resim, "Dünya çocukları kardeştir... "
Görünen o ki bazı çocuklar hala daha "kardeştir" diğerlerinden

Meclis'in açılışı tarihi, söz konusu açılan meclis tarafından bayram olarak ilan edilen ilk gün. Yani meclis kendi açıldığı tarihi bayram ilan etmiş. Bu güç şunu gösteriyor ki aynı söz konusu meclis, genel iradenin tecelli ettiği şahanesel bir hügo!!!  Şimdi mesele şu: Koskoca Atatürk tutmuş bu bayramı çocuklara hediye etmiş...

Hey benim güzel Ata'm... Bilemedin mi bizim bürokratların bunun da içini boşlatacağını?

Belki sen bile o kadar ileri görüşlü değildin, kim bilir?!

Bu sene de bayram kutlandı. Ne oldu? Yine yurdun zilyon farklı yerinde "Aman ne kadar da mutluyuz" kavlinden hamasi açıklamalar... Uluslar arası araştırma neticelerinde yüzde 44'ü mutsuz şahane bir ülke...

Bir alıntıyla derleyip toplayalım durumu kısaca: "Bizdeki bayram çocuğa gence değil de valiye, il milli eğitim müdürüne, okul müdürlerine..." {via Lordlar Kamarası}

Doğru söze ne denir?

22 Nisan 2009

doktor korkuyorum

* geçmiş zamana ait gizemlerin gerçek olmasından, mesela ejderhalardan... aciyip tırsıyorum işte... çünkü bir kere yaşadılarsa demek ki evrende böle bişeylerin tekrar gerçekleşmesi mümkün...

* gözlerimi kaybetmek... okuyamam lan o zaman...

* yeniden kilo almaktan tırsıyorum... yohusa ölürüm bu sefer, kalp sektesi... biri bana diyet versin, veremiyom kiloları lan

devam edecek

20 Nisan 2009

şuuyu vukuundan beterdir

kaç gol yediler abi... altı mı... hey maaşallah abime benim, ne de güzel gösterdi

hıncal uluç demincek ntv de "teknik direktörlerimiz kaybetmekten korktukları için futbolu feda ediyorlar" dedi...

hıncal abi, kaybetmekten neden korkuyorlar pekiyi... senin meslektaşlarının gazına gelip hocaları kovan yöneticiler yüzünden değil mi bu korkuları...

futbolu güzelleştirmek gazetecileri güzelleştirmekten geçer... önce gazeteciler güzelleşecek, bu amarigan reyting ağırlıklı yayınlar bitecek, nitelikli gazeteler gelecek...

sonra da yönetimler, bir bakmışsın kendiliğinden tasfiye oluvermişler...

çok değil, 5 senede biter bu operasyon. senin de ömrün yeter abi...

tutuversene bari ucundan şu işin... modern folk üçlüsü dışında "ben yaptım" diyebileceğin bir şey olsun hayatında...

kedinin fareyle oynadığı gibi: xubuntu

bu garip alete bile xubuntu kurmak mümkün

daha önce pardus konusunda beni sükut-u hayale uğratan emektar celeron 400'üme ille de linux kurmak için, bu kez maskotu kuş (linux'un genel pengueni) ya da kedi (pardus'un anadolu parsı) değil fare olan bir dağıtım seçtim: ubuntu'nun hafifletilmiş sürümü xubuntu.

şimdilik elimde yeterli uzunlukta kablo olmadığından internete bağlayamadığım emektarın performansını değerlendiremiyorum. tez zamanda wine ile starcraft oynamak hatta mümkünse iccup'ta 1v1 atmak istiyorum...

detaylar yakında burada olacak... 

10 Nisan 2009

Seviyorum seni, hortumu dayayıp depoya, mazot çalar gibi...



********** Polis Merkezi Amirliği
 **.04.20**       
SUÇ NEVİ
: HIRSIZLIK OLAYLARI  (OTODAN)
İŞLENİŞ ŞEK.
: Oto mazot depo kapağının açılarak mazot alınması n
SUÇ ADRESİ
: Yenigün mah. 
MÜŞTEKİ
: H.K.
ŞÜPHELİ
: T.İ.
ŞÜPHELİ
: E.A.

OLAYIN ÖZETİ : Olay tarih ve saatinde müşteki H.K.' ın alınan beyanında 34 VS ... plaka sayılı aracından 200 Litre mazotu çalan şüpheli T.İ. ve E.A.' dan davacı ve şikayetçi olduğunu beyan etmiş, olayla ilgili şüpheli T.İ. ve E.A. görevli ekiplerimiz tarafından yakalanmış şahıslar susma haklarını kullandıklarından ifadeleri alınamamıştır. Olayla ilgili tahkikat devam etmektedir.


Bakın, bu arkadaşlar susma haklarını kullanmışlar... Suç, depoya hortum dayayıp mazota meyletmek. Susma hakkı. Bu işin içinde çoook tuhaf bir şey var... 

07 Nisan 2009

kış uykusuna yatmış anadolu parsı

pars her halükarda penguene şaplağı atar
ama kış bitti, çıksın artık o bere pardusçuğum

geçen yıl pek bir üstüne düşmüş ama randıman alamamıştım pardusta... şimdi, iki ev bir de gazete ortamındaki türlü bilgisayarlar olunca, iyice bölünmüş şuurumu doruklarda dolaştırmak için, bir de güzelim pardus hareketine kaptırdım kendimi...

emektar celeron 400'e pardus kurdum...

tabi çakıldı makine... pardus biraz sistem istiyor arkadaşlar... xp çalışan makinelerde çalışır diyor, doğrudur ama anakart üzerinde tahribat ve manipülasyon varsa çakışma diyor, hata diyor çalışmayabiliyor... aynı makineden xp sildim, şu saatte kurduğum pardus'un çalışmamış olması kadar beni hiç bir şey delirtemez...

yine de, pardus 2008.2 sürümünün daha sistem dostu bir modeli ya da daha iyisi 2009.1 sürümü çıksa da şenlsen artık ortalık... nisan oldu zira...

kapıldım gidiyorum

cunda'nın sahil boyunda, en sondaki iskeleye benziyor biraz

kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına
ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden
misafirim bugün ben gurbet akşamlarına



not: hicaz adamı fena hırpalıyor kanka... fena cidden

06 Nisan 2009

tercih listesi

tercih listesinde değişik bir sıralama yapıyorum... hala blog yazmak için iyi nedenler... beğenen alsın kullansın, beğenmeyen bırakıp kaçsın deyün

- yapacak daha eğlenceli bişey bulamamak... bir çok arkadaşımın "bu blogu neden yazıyosun ki" dediğini işittim... hobi denen kavrama da haiz insanlar aslında bunlar... ama az da olsa uzmanlaşmış bloglar olmadıkça blogun gereksiz olduğunu düşünüyorlar... halbüse blog bir kendini ifade etme biçimi... başkalarının yaptıkları üzerine kendin düşündüklerini yazıyorsun... hoş...

- web 2.0 görünce tutup çükünü kopartmak... facebook ile iyice bir çoşum yaşadı da, ekşi sözlük (büyük yazdım reklam deyü, lol) varken, bloglardan önce homepage çılgınlığı yaygınken ortamı yakalayamanlar burda aldı soluğu. tasarım, kod, grafik falan istemez... işkembe-i kübra, yaz babam yazmak...

- ekşi sözlük hesabının uçurulması... orda yazıp eğlenen de var... ama orda uçurulanlar blog'a abanıyor.

bu görüntü her kitap kurdu için bir aşkı anlatır...
kitap sayfalarına sığmayanların yeri ise blogdur (slogan gibi oldu)

- başka yerde yazdıklarını genişletmek isteyenler... ben de bunu kullanıcam, henüz kullanmadım ama... gazetede köşe verdiler, yazıyorum. bir de (henüz bloglamadığım) fanzinci köşesi var... orda detaylandıramadığım konuları, yayınlayanın götüne girmesin diye meşrebime uyduramadığım sözleri burda iktibasen kullanıcam... bunu yapan çoooooook kişi var (bloglar böyle dönüyor)

- yazmak başlı başına bir eğlence... evde kendi kendime yazsam deli derler, burda yazınca blogger oluyorum :))

- blog konseptine doğuştan gelen yatkınlık... zamanında "olm bi site yapıcam tasarım masarım olmuycak, open source siteler gibi sadece yazı olucak, teletekst gibi len ehü" diye giriştiğim, cırtlak sarı üstüne ve kasten yapılmış yazım yanlışı içeren logolarıyla resmen blog icad edilmeden blog yazmıştım ben... şimdi blog varken yazmayım mı yani?

aklınızı seviyorsanız 'gece'yi okursunuz...
siz okuyasınız diye yazıldı her bilge karasu romanı gibi...

- bilge karasu sendromu... sanki kendime gereğinden fazla değer vermek, ne bileyim "götü arşa değmiş bu serhat'ın" gibi bi yoruma sebep olmak istemem ama, söylemeden geçemeyicem; ben de merak ediyorum, acaba bunları yazmakla çıldırmaktan kurtulur muyum? [bilge karasu | #1 | #2 | #3]

bir ihtimal devam edecek... 

not: siz de blog yazmak için kendi nedenlerinizi (kendi blogunuzda) yazıp, bu entry'nin yorum bölümüne link gönderin...

riziko programını sunan serhat başka ben başka


herkesin merak ettiği soru: aöf kamu yönetimi diplomasında
açık öğretim diye yazıyo mu yazmıyo mu?


ankara'ya gittim geldim...

vaziyet: arkadaşları saymazsak ankara'da olmak için hiç bir sebebim yok... sanırım bi daha yılda 2 kere falan görürüm ankara'yı ve özelemem... resmen kişiliği yok ankara'nın... çocukluk anılarımda yer tutmuyor. gerçekten; çok sıkıntılı bi çocukluk geçirmişim ama biraz gamsız bir ruh haline sahip olduğum için herhalde, olayı hasarsız atlatmışım... şimdi ergenliğime ve ilk gençlik yıllarıma bakıyorum da, ülen resmen takoz gibi geçmiş lan yıllar...

neyse, geyve'deyim, evimdeyim... şöhret basamaklarını tırmanıyorum hafiften...

gazeteci oluyorum yavaş yavaş... yemin etsem başım ağrımaz... 3 aydır gazetedyim, tamam iş buldum ama para aldığım da yok :) ne sebatkarmışım arkadaş, gıkım çıkmıyor vallaha...


google maps'ten izlerim bundan sonra ankara'yı...

yavaştan sakarya'nın ünlü simaları arasına girersem şaşırmayın... tamam, belki henüz kıçına takan yok ama... bir sene sonra görün siz...

evet, döndüm... kafamda bir çok cevaplanmamış soru, asla azalmayan tatminsizlik hissi ve aöf sınavlarının en az birinden çuvallamış olduğumun bilinciyle evimdeyim...

öyle görünüyor ki, inzibatlar koluma girip askere götürüne kadar tek çocuğu olarak kalacağım evimdeyim (zira ablam koskoca doçent oldu :p)

not: başlıkta belirttiğim serhat'ın soyadı hacıpaşalıoğlu... çok da fifi dememek için tıklayınız.

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası