28 Eylül 2011

Ben sevmiyorum ama sen seviyor musun sanki

Sözü fazla uzatmayım. Daha önce belirttiğim üzere futboldan hazetmiyorum. { via Adıyla Müsemma } Bu durumu tekrar tekrar kafanıza kakacak değilim. Zaten güreş, basketbol ve snooker { via Yahoo } haricinde hiç bir spordan da çok keyif almıyorum. Ama taraftarlığım bakidir. Liverpool taraftarıyım, çok aykırı durumlar haricinde Türk takımlarının her birinin ve hepsinin üzerinde destekliyorum Liverpool'u. Ayrıca Sakaryaspor'u da gazetecilikten kalma alışkanlıktan çok tuhaf bir hemşehrilik bağıyla destekliyorum. Örneğin şu an TRT Spor'daki Akhisar - Sakarya maçını seyrediyorum. (Ders çalışmaya ara verdim)

Ama futbolla ilişkili diğer yazımda değinmediğim bir konunun farkına vardım bu maçı seyrederken. Taraftarlar sporsever değil, futbolsever hiç değil. Aslında maça gidenlerin hiç biri sevmiyor futbolu. Benim kadar bile sevmediklerine yüzde yüz eminim. Onlar sadece çocuksu bir taraftarlık hissiyle stadyuma gidip bağırıp çağırıyorlar; ya da futbolun toplumun şuuruna kanırtıla kanırtıla sokulan öneminden ötürü, istemsizce futbola ilgi duyduklarını sanıyorlar. Yani o maçı izlemezlerse önemli bir toplumsal olay hakkında fikir sahibi olamamaktan korkuyorlar. Olduğundan daha mühim sandıkları için ilgileniyorlar futbolla...

Nereden mi anladım bunu. Dinleyin: İzlediğim maçta, dakika 30. Akhisar içerde 1-0 öne geçmiş. Cılız ataklarla rölantiye almış, idare ediyor. Deplasmanda oynayan Sakarya, ortadan delemediği zaman kanattan, o da olmazsa doldur boşaltla ne yapıp edip kaleye gitmek istiyor. Derken bir korner oluyor. Altıpasın hemen dışında kafalardan seken top, Sakarya'nın ileri uç oyuncularından birine kaleye sırtı dönükken ulaşıyor. Oyuncu gerçekten harika bir refleks ve koordinasyonla, heyecan verici bir rövaşata şut çekiyor. Yakın direği yalıyarak kaçıyor gol! Girse Youtube'de milyonlarca tık alacak bir pozisyon yani...

Ben bile evde izlerken ana avrat küfretmekten alamadım kendimi...

Ama sahadaki taraftarların hiç ilgisini çekmedi bu pozisyon. Akhisarlıların da Sakaryalıların da... Maçın başından beri davullar çalınarak ve hayvanca bir coşkuyla böğürerek takımlarını sözde destekliyorlar. Ama davul ritmleri ve bağırışlar hiç değişmiyor. Toplu bir uğultudan başka bir şey değil. Sahada ne olursa olsun hem de. Bu harika pozisyon ve kaçan golde ne Sakaryalılar ah vah edip hayıflanıyor, ne de Akhisarlıların "yüreği ağızlarına geliyor." Davul gümbürtüsü hiç değişmeden devam ediyor. Sanki sahada hiç bir şey olmamış gibi.

Demem o ki, futboldan hazzetmemek konusunda yalnız değilim. Bir ikinci lig maçına gidecek kadar, hem de 500 kilometre deplasmana gidecek kadar "fanatik" taraftar olduğunu iddia eden bir çok insan da sevmiyor futbolu. Sadece stada gidip bağırmayı seviyorlar. Durum budur.

26 Eylül 2011

Kitap aldığımda çocuk gibi seviniyorum

Fazla uzun uzadıya yazmayacağım bunu: Geçen hafta sipariş ettiğim kitapların ilk partisi elime geçti. Kargo şirketinin sanki ilelebet açılmaması için özenle paketlediği kutuyu açarken büyük bir heyecan ve mutluluk duydum. 28 yaşında bir adam olarak, hala bu tarz çocukça bir neşeye gark olabildiğimi görmek iki sonuca varmamı sağladı. (1) Gri ve tozlu bir dünyada kalesine kapanmış boya kalemi reklamı prensi olmayacağım garanti; çünkü içimdeki çocuk hala yaşıyor ve (2) kitap aldığımda çocuk gibi seviniyorum.

Yağmurun maffettiği hayatçıklarımız

Bağışlanmayı dilemiyorum ama yağmurun azizliğine uğradığım için daha karmaşık oldu her şey. Açıklayayım; etrafımda olup biten ve denetimimin kabil olmadığı hususlar arasında elbette iklim olayları da geliyor. Kabul ediyorum, hayatımda bir ara iklim olaylarını kontrol edebildiğime inanmıştım. Bu akıl almaz şizofreniye nasıl "hasıl" oldum ve sonra nasıl kurtuldum hatırlamıyorum. Hatırladığım buna yürekten inandığım ve saçma+sapan tesadüfleri de buna kanıt olarak gösterdiğim.

Ama geçen hafta yağan yağmur sadece sokaklarımızı (ve yağmur damlalarıyla romantikleşen yüreklerimizi) ıslatmadı; sel olup sevdiklerimizi alıp götürmeyi de becerdi.

"Altyapı belediye iktidar yatırım" zırvalıklarına artık daha fazla itibar etmek istemiyorum ben. Yeni bir yola girdim; onu da sonra anlatırım - ki o da denetimim dışında cereyan etmiştir - ve kendimi yolda yürümeye sevketmek için en azından ilk günlerde iklimin benden yana olmasını istemek sanırım "aşırı" beklentiyle yüklenmek olmazdı. Bazı şehirleri yıkayıp temizlerken yağmur belki de sırf ben burada yaşıyorum diye benim hayatımı mahvetti; düzeltiyorum: MAFFETİ!!!

Bu yağmurdan sonra artık blog yazamam diye düşünüyorum { via selveryıldırım@thumblr }

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası