18 Aralık 2008

doktor korkuyorum


dohtur bey, o davuğu görünce bütün biskaalaajim bozuluyo...

hiç de kabarık olmayan listemiz kabarmaya devam ediyor... allah sonumuzu hayır getire...

- belediye otobüsü/metro gibi hedelerin biletlerini satmakla görevli asabi amcalar... bozuk param yok derseniz size amakakeru ryu no hirameki yapabilirler...

- hacettepe üniversite öğrenci işlerinde çalışan personelin yarısından acayip tırsıyorum... kimliğimi kaybettim diye bana kızan abiyi asla unutmıycam.

- görme yeteneğimi kaybetmek... tamam bu pis elektrik seviyesini aşıp saplantı başlangıcı mertebesinde değerlendirilebilir. ama şu da var ki, kitap okuyamaz ve anime izleyemezsem yaşamanın ne anlamı var...

- liselerin önünde bekleyen kocaman adamlar... gelmişin 25 yaşına, hala lisedeki 16'lık kızları kandırmaya uğraşıyosun... geleceğin hüseyin üzmez'leri böyle yetişiyor.

- amatör küme futbol takımı taraftarları... yani nedir abicim sizin işiniz "pursaklar goool goool goooooool" diye bağırarak deşarj olmayı deniyorsunuz ki?

- hayvan haklarını korumayı görev haline getirenler, başta da panter emel... kendisi çok yırtıcı bir insandır... seni beni de yırtar... hiç kimse bir hayvanı benden daha çok sevemez ama hayvan sevgisini fetiş haline getirmek de sağlıklı değil

- kola ve çay içilen kafelerle dersane kantinlerinde "piyasa" yapanlar... olm, bi seks için bu kadar alçaltmayın kendinizi lan!!!

- serdar ortaç! kabusum oldun be adam, her biri birbirinden daha kötü şarkılar yapma oskarını sana vermek lazım.

- kurtlar vadisi... daha doğrusu buradaki diyalogları gerçek hayatta da kullanmaya çalışanlar... olm bizim neslimiz "yaradılanı severim yaradandan ötürü" diyor, sen ramazanda iftar saatinden sonra adam öldüren birine özeniyorsun... çelişmesene be kendinle.

- veli küçük. adamın adı küçük ama türk basınındaki etkisi çok büyük. bi de hakkında 351455 tane iddia var ama hepsi iddia, hepsi şüphe... arkasında bu kadar iz bırakmayı başaran bi adamdan korkacaksın.

ben bu heriften korkmuyorum diyen yalan söyler aga
- benjamin linus!!! herif adayı taşıdı lan!!!

devam edecek.

17 Aralık 2008

her haltı herkese duyurma aracı twitter


bak sabinin umrunda mı? ona yeter ki okuyacak malzeme ver, o ister dostoyevski okur ister twitter

hayır, mesele neden bu kadar büyütüldü ki? ekşisözlük (büyük yazayım reklam olsun, lol) 'te yazılmış twitter entrylerinde bir kin nefret kusmalar... aynı numara zamanında facebook'a da yapıldı, bloglara da... kimse de kalkıp ekşisözlük (büyük yazayım reklam olsun, lol) 'e aynı eleştiriyi getiremiyo ama... öyle bişey yaptınız mı, hele bunu bi de tv'de canlı yayında söylediniz mi sözlükte itin dötüne sokuluyosunuz...

mesele şu: twitter gereksizmiş...

ülen sana ne?! bu hadiseyi çok başarılı bir iletişim yöntemi olarak kullanan kullanıyo, birçok farklı mecrada yazan, genelde de internet ortamını takip eden yabancı aktüalite yazarları, yazılarına link veriyorlar... müzik grupları katıldıkları etkinlikleri duyuruyorlar... konuşmacılar/politikacılar panel duyurularını yapıyorlar...

helal olsun ayşe teyzeme... 80 yaşında twitter'a "ben de okmayı öğrendim" yazsa/yazabilse fena mı olur yani?

burada atlanan ayrıntı şu: kaplumbağam kabız oldu, sıçamıyor nispetinde yazıyorsan sen, sana twitter de gereksiz, facebook da, blog da... sana oksijen de gereksiz, öldür kendini de senin israf ettiğini biz kullanalım.

hadise bu kadar basit...

bakarsın ben de twitter sayfası açarım kendime bi tane, belli mi olur :)

olması gerekenler serbestlik ve engelleme

olması gerekenler 'e bir imza da benden: serbestlik ve engelleme (korku ve titreme gibi karizmatik bi başlık olmuş :p)
okumak için http://kissa.be/1tz

playlist

yepisyeni bir blog etiketi ile karşınızdayım pıtırcıklar: playlist.

aslında bu etiketi now playing türevi olarak şimdi çalınıyor gibi bişey yapmayı düşündüm ilk. ama sonra vazgeçtim, dedim ki kendime, etiketler listesinde playlist'e tıklayan adam sankim de bir playlistmiş gibi sadece şarkı isimlerini görsün, etiket doğrudan şarkı isimlerini göstörsön dıhlayana...

bu yüzden, eski bazı "uygun" iletileri de playlist diye etiketlemeye başladım, tabi bu iletiyle beraber...

hem madem bu ileti de bir playlist şeysi oldu... o vakit çooook uzun bir torrent listesine de http://kissa.be/1tx adresinden erişin bakalım...

16 Aralık 2008

kelimenin tam anlamıyla uncharted

2007 ortalarında oyun yapımcılarının basın tanıtımlarını okurken uncharted ile tanışmıştım. görselliği ile bir "makine sattıran" oyun olduğu her halinden anlaşılıyordu.

tanıtımda geçen 1080p ve ps3 ibarelerini görünce, oynamamın hayal olduğunu anlamıştım: full hd bir televizyon ve ps3 almak demek 3000 yetaale masraf demekti, bende ise tek kuruş yohidi.
 
derken, bazı görgüsüz (adisin kızım :p) arkadaşlarımızın facebook'ta hava attığını gördüm, şahit oldum:
ders 1: facebook'a yazdığımız next-gen oyun isimleriyle erkek tavlamak

işte bu durum beni derinden yaraladı. sabilikten beri oyun oynayan, oyun eleştirisi yazıp yayınlatan bir civanmert unchartedsız kalmış, elin kızı tıkıtap tıkıtap ps3 oynuyor!!! allahtan reva mıydı bu?

tamam, ne crysis'in teknolojik yeniliklerini, ne dead space'in yeni nesil yaklaşımını, ne bioshock'un atmosferini ve ne de farcry'ın hikayesini (ilkini tabi, ikincisi çok sıradan) bulmak mümkün uncharted'ta... ama görsellik... öyle farklı bir görsellik ki bu! yansıma ve ışık efektleri, kaplamalardaki saydamlık ve pastel tonları, tüm bu yüksek seviye gerçekçiliğe tezat blur yemiş kaplamalar... uncharted tam anlamıyla yepisyeni bir deneyimdi.

ve ben ondan mahrum kalmıştım.

naughty dog'un, sony ile işbirliği ile hazırladığı ve bir ps3 pack'te konsolla beraber de gelen oyuna devam oyunu yapıldığını öğrendiğimde, içimde bir umut belirdi: acaba 2009'da iş bulup 50" plasma ile 80 gb ps3 almam mümkün olur mu?

sonra şu videoyu gördüm ve dua etmeye başladım (izlemeden önce reklam var, büyük ihtimalle mushroom man... adamın aklını başından alan saçmalıkta bi ds oyunu :p)



"al dedim sana, al, al!!! al sana oyun, al sana atmosfer... al sana 'nöööölüyo homuğayum' dedirten dakikalar" diye bağırdım kendime... küfürler birbirini kovaladı.

drake's fortune ve şimdi de among thievs...

14 Aralık 2008

ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır

ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır 
yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır. 
son darbe-i kalbim yine ismin olacaktır 
yalnız senin aşkın ile ruhum solacaktır.

ne ki bu diyenler için: http://getir.net/11b adresi öneriliri

12 Aralık 2008

doktor korkuyorum

korkma evladım, korma kuzum. hepimizin korkuları vardır, bir kısmı fobi nispetindedir de, ne bileyim bazıları sadece pis elektrik ölçüsünü de geçmez. itten köpekten korkmak değil de, yahut bendeki gibi kalabalık korkusunu kastetmiyorum; böyle etrafımızda gördüğümüz bazı detaylar vardır hani, başka kimsenin fark etmediğini sanırız da bir de bakmışız ki onlarla aynı frekanstayız (ki o kişiler kız olsa da aşık olsak)

işte benim frekansıma takılan bazıları:

- ellerini yelek/hırka cebine sokmuş öğretmen (tercihen matematik)

- ayakları pantul paçasının içinde kaybolacak kadar küçük olan erkekler (ki bak bu da lise fizik öğretmenim... iyi tırsmışım adamdan)

- yabancı bir dili farklı aksanlarla konuşabilenler (yahut konuşabildiğini sanıp bir de bununla hava atanlar... bkz: tamer karadağlı)

- çalışanlarıyla yüz göz olmuş patron ("alii git bana kahve söyle kendine de viagra al lan küçük pipilii"

- büyük gibi davranan/giyinen küçükler (bayramda, kendisi takım elbise giydiği halde benim elimi öpmeye çalışan çocuk... listeye aldım seni)

- otobüste muhabbet açmaya yeltenen yan koltuk kişisi ("- kardeş memleket nere?" saksonya hayatım, sana da attıram mi sakso)

- gri pardesü/trençkot gitmiş bürokrat görünümlü dolmuş/otobüs/metro yolcusu (lan bu beni mi takip ediyo... kablonun faturayı geciktirdik diye yapılacak muamele mi lan bu)

- çarşaf giyen kadınlar!!! (baykal kızmasın da... o çarşafın altında bazuka/kalaşnikof falan varsa kötü sıçızlamaz mıyız hafız?)

devam edecek

04 Aralık 2008

öğrenci evinde misafirlik izlenimleri


misafirlikte niyeti önceden belli etmek faydalıdır

dün akşamı ömer'de starcraft oynayarak geçirdim. beni öğrenci evine misafir etti. allaha şükür temiz düzgün adamlar bulmuş da ev sağlam duruyodu. ne öğrenci evleri gördüm zaten yoktular, yahut varlıklarını ispat için mahalle muhtarına rüşvet vermek gerekirdi...

cebimden cümle çıksa, böyle çamaşır yıkanmadan önce unutulmuş, buruş buruş kırışık... yukarıda son cümle olarak yazdığımdan daha düzgün bi cümle olurdu. onun için direkt konuya giriyorum:

1- öğrenci evinde yemek saati, uyku saati, parti saati diye bişiy olmaz... aynı anda evde ders çalışılır, uyunur ve starcraft  oynanır... biraz çabalasan o evde sevişirsin bile (ama işin o boyutu pipililer adlı blogun konusu... ben ordan uzaklaşayım...)

2- öğrenci evinde türlü tartışma ve kavga olur ama şu da bir gerçek ki, ev sakinlerinin paylaştığı odaların yüz ölçümü, kişinin evdeki statüsünü belirler... büyük odayı en taşaklı olan kapar, küçük odada en yumuşak olan yatar... (ömer'in odası en küçük odaydı...)

3- evde üç kişi yaşıyorlardı, ancak (isimlerini unuttum) sadece bir ev sakinin kütüphanesinin "işte bu bir kütüphanedir" diyecek kadar kalabalık olduğunu sezdim... bana çok yabancı bir durum, evde 3000 kitap var... ama evdeki cd/dvd toplamı, benim ömrüm boyunca gördüklerim kadar rahat vardı... çoğunluk ömer'in odasındaydı... ömer'de sadece ders kitapları vardı.. (not: ömer'e bi kitap hediye etmek lazım)

4- öğrenci evinde kalan birisine verdiğiniz herhangi bir hediye, evin tüm sakinlerinin ve misafirlerinin de kullanımına sunulur... örneğin ben eve gelen böreklerle ve susamlı fıstıklarla kahvaltı ettim.

5- her genç erkeğin rüyası olan "öğrenci evine kız atmak" fantezisi, kusura bakmayın ama, başlamadan biten bir rüya gibidir... çünkü duvarlar ne kadar kalın olursa olsun, odanın kapısı kapanınca, evde sizin o anda seks yaptığınızı bilen en az 2 erkek daha varken performans sergilemeniz mümkün değildir.


hoyrat kullanılan bir öğrenci evinde yaratıcılığın sınırı yoktur... işte bir tost makinası yaratma deneyi

6- öğrenci evi, bütün evler içinde en çok yankı yapan evdir... gecenin bir yarısı, 3 adım ötedeki tuvalete giderken, evdeki herkesi, hatta ulan bator'daki gece bekçilerini uyandıracak kadar gürültü yapabilirsiniz.

7- sakar bir insansanız, asla ama asla misafirliğe gitmemelisiniz... ya da gidiyorsanız, ömer gibi arkanızı daima toparlayacak sağlam bir kankitonuzun evine gitmelisiniz... çünkü yaptığım o kadar hayvanca gürültüye ek olarak, bi de yattıktan 2-3 dakika sonra ütü masasına yumruk atarak kafama düşürmemle geceye son noktayı koydum... bu sizin de başınıza gelebilir. (gülmesene be...)

8- misafirliğe gittiğiniz ev öğrenci evi de olsa bekar evi de olsa, ömer gibi harbi bi kankitonuz da olsa... ne olursa olsun, o evde istenmeyen adamsınızdır. bir an önce evi terketmeniz yararınızadır. 2-3 gün üst üste kalırsanız kiradan payınıza düşen meblağı ödemeniz gerekir... ev sakinleri talep etmeseler bile görgü kuralları bunu gerektirir.

9- öğenci evine baklava alarak gitmek faydalıdır. öğrenci evine eli boş gitmek hayvalıktır (ben yaptım ordan biliyorum)

10- asla ama asla, bir öğrenci evinde misafirliğe kaldıktan sonra, ertesi gün ilk iş olarak izlenimlerinizi internete yazmamalısınız... bir daha o eve girmeniz söz konusu olmayabilir

03 Aralık 2008

organize olmalarından korkulan topluluklar

beslendiğim membalardan birisi de ekşi sözlük, (büyük yazayım reklam olsun, lol) bunu defalarca dile getirmiştim. blog ortamını da artık felsefe prangasından kurtardığım içiçn, bu minvalde değişiklikleri de bloguma ekliyorum evet

geyik candır

bu çok
zaruri (hazır olun farsaça konuşucam birazdan :p) açıklamanın ardından, yaşasın geyik diyerek bir "ekşi sözlük başlığı" esintilili ileti yazıveriyom kankitolar... (ömer emre falan bu kankitolar :p) bu şekilde, blogda yepisyeni bir etiket olarak "ekşi" etiketi de böylece başlamış oluyor... Yazıların tarzını anlatmak için iyi bir etiket kanımca..


bu arada, hazır başlığı açmışken, içine ekşisel bir ekleme de yapsak mı...

başlık: organize olmalarından korkulan topluluklar

(bkz: koridorda yapanlar)
(bkz: tatmini egzozda arayanlar)

not: bu başlıklar da tez zamanda açılacak blogda, ama bakalım ne zaman?

28 Kasım 2008

tercih listesi

tercih listesine kaldığı yerden devam ediyorum... bu defa tercihler kısa... bir tanesini seçmek kolay, ama bu seçimle yaşaması zor (abarttım :p)

- pc magazine / chip (tuhafıtr ki chip'i seçiyorum... pcmag ekibi, etiketin hakkını veremiyor bence)

- turkish gamer / merlin'in kazanı (mk'nin forum atmosferi daha sıcak ama hacim ve yoğunluk bakımından trg daha dolu)

- level / oyungezer (paran varsa egm'yi de al üçte üç yap hacı... yoksa zaten en ucuzunu alıcan, ki o da egm... her halükarda iş egm'ye yaradı :p)

- xbox 360 / ps3 (hangisinde japonca seslendirmesi olan naruto oyunu varsa onu seçerim... ama menüler ingilizce olsun)

- windows / linux (linux çok şekilli tamam da, problemsizce oyun oynamak için mecbur alıyosun arkadaş windowsu)

- pardus / ubuntu (bizimkilere kıyak olsun diye pardus)

- kedi / köpek (işte ahiret suali... köpekle oynamak daha zevkli ama kedi daha çıtı pıtı, daha bir ev canlısı gibi. yine de sanırım, iran kedisi olmadıktan sonra, köpeği seçiyorum)

- zeytin / karamel (oyyy kıyamam ben onnaya, abağuvv kıjıma da yajıkmıj da oğyuma da yajıkmıj.. avuuuuu çok güzeyyey baksana bi.. tabi güzeyyey)

- fatih / irem (sevimlilikte irem, efendilikte fatih... ama birini seç deseniz "ne uğraşıcam len" diyerekten ikisinin de kafasını kopartmayı tercih ederim)

- hane başı koyun / yedi kişi girilen dana (en temizi, mehmetçik vakfına 250 tyl kurban bağışı yapmak, bayram için de kasaptan kıyma çektirip misafire ikram etmek)

- ramazan bayramı / kurban bayramı (kurban 4 gün... daha uzun süreli bir tatil... ama yeni adet, haftasonu ile birleştirme icad oldu olalı, en çok hangisi uzatırsa ona kayar tercihim)

- ortaokul / lise (baaaaağu o günlere geri dönmiyim mümkünse. en iyisi şimdi yaşadığım robinson hayatı)

- seda sayan / petek dinçöz (sabah sabah televizyon izlersen olacağı budur işte)

- yaşar kemal / orhan pamuk (sonuna kadar ihsan oktay anar... ya fark ettim de, az bi yalaka değilmişim ben de yaa.. uzun ihsan yalakası :p)

- fringe / lost (sorma mümkünse, lost daima)

- heroes / fringe (zor tercih de mi hacı)

- lost / heroes (yine lost)

- naruto / death note (çok farklı klasmanlar bi kere... bence aşağıdaki tercihler daha başarılı)

- naruto / kenshin (kenshin'deki dramatik yapı kimsede yok)

- lost / death note (işte bir başka zor tercih daha.. death note'un handikapı kısa sürmesi... ama lost izlerken duyduğum heyecandan daha büyük bir heyecan duyduğumu itiraf etmeliyim)

devam edecek...

football manager oynayan adamım


takımımın "dominosu" fink değil ama, 97/97 oyunundan beri önce championship manager sonra da football manager etiketli sports interactive oyunlarına gönül vermiş kişiyim.

fm 2009 henüz elime geçmiş değil. halen fm2008 ile idare ediyorum. hani buralarda vakit nasıl geçer diye soran varsa diye, etherlords ve football manager diyorum.

football manager 2009'un yarattığı beklenti had safhada. 3d motor falan... işte ben de, blogda, fm09 ile ilgili farklı mecralardan yorumları bir araya getirmeye çalışıcam... yakında tabi, zira henüz oyunu da oynamadım, yazıları da okumadım.

bu işim, belki de yakın zamanda faaliyete geçecek bir projemin ön çalışmasıdır, kimbilir?

a very short blog entry concerning blog entry shortage



paragraf paragraf yazı yazmak da mümkünse de bence asıl önemli (ve lezzetli) olan kısa ve öz yazmaktır.

bu hususu defalarca dile getirdim zaten. ve yine zaten, blog iletilerimin boyutlarını da küçülttüm bundan sonra.

insanlar okumuyor arkadaş. en az okunan dillerden birisi herhalde türkçe, bununla birlikte internette bir şeyleri yazmak ve okunmasını sağlamak o kadar da kolay değil.

yine de ben, deliler gibi uzun yazıldığı için okunmadan geçilmiş türlü türlü blog yazıları gördüm arkadaş. profesyonel ya da yarı profesyonel sitelerde upuzun makaleler. kimsenin rabet gösterip okumadığı röportajların uzatıldıkça uzatıldığına şahit oldum.

yazacak olana ve okuyana tavsiyem; mümkün mertebe kısa tutun yazınızı, daha çok ilgi çekmesi açısından yazdıklarınızın... ve kurmayın benim gibi cümleleri devrik devrik... olmayın antik guntik...

27 Kasım 2008

ver der veremem güncesi


nihayet blog yazılarımı güncellemeye başladım. yeni, daha doğrusu eski, koyu tonlu, google amcanın sunduğu beleş ve hazır template ile süsledim. yazıları bir baştan bir sondan ekelemeye başladım. ortada buluşurum umarım :)

segoe print yazı tipini sevdim, sanırsam bütün yazılarımı bu font ile yazmaya karar verdim. blogger'a bu fontu default olarak koymanın yolunu bulurum bi ara. daha çok kurcalamadım seçenekleri. sayfaları düzeltirim elbet.

her ileti gönderiminin sonunda harf doğrulaması istiyor kansız blogger. buna bir çare?!

bi de, neden ver der veremem? efenim, kendisi werder bremen parodisi bir isimdir, lisedeki futbol takımının (daha doğrusu iki hizip halindeki takımlardan birisinin) adıdır. yaşasındır.

24 Kasım 2008

blog blog maskadra

fark ettim ki, önceden yazıp sonradan internete (mi yoksa webe mi... bu soru bir neslin ömrünü yedi) göndermek üzere evimde hazırladığım blog iletilerimde yazının saatini belirtmekte tembellik ediyorum.

oysa
ekşi sözlük (büyük yazıyom ki reklam olsun, lol) iletileri bile saat dakika, neredeyse saniye zımnında mimlenmekte.

internette her yazı altına tarih salise salise yazılıyor. blog yazıları da bundan nasibini alıyor elbette.

oysa ben iletilerimi nasıl saatleyim? bir ileti yazıldıktan yayınlanana kadar 8945623 kadar değişiyor. hangi saati esas alayım ki.

bence okuyucu, üşenmeyip bütün iletilerimin tarihlerini doğru olarak girdiğim için bana şükretmeli. gerçi, işimden gücümden vakit ayırarak yapıyor değilim bu "fedekarlığı" ama bir defada 2-3 haftalık iletiyi güncellediğiniz zaman ne kadar sinir bozucu olduğunu siz de anlayacaksınız muhakkak.

bazı kararlar aldım arzederim


çift yönlü bir mekanizma karar: hem alınan hem de verilen bir şey, üstelik her iki durumda da aslında aynı şeyi yapmış oluyorsunuz. ama ne tuhaftır, semantik (off ne tarz kelime) (sus ağzına ağzına vururum bak) olarak birbirinin karşıtı gibi görünen iki kavramla da ilişkilendirlebiliyor.

tamam, karar verdim, daha önceki kararıma sadık kalarak burayı felsefe çukuru çizgisine sokmuycam yeniden.

1- blog genelinde türkçe kurallarını yer yer kasten (alaşağı edilmeyen tek ilke/kural kural kırıcılık ilkesi olsun mu?) yer yer de klavye sürçmesi sonucu tersyüz ederken, işe bak, başlıklarda bir özen bir özen... sanırsın sinan özen! (kabul etmek lazım ki kankasavar bir espri oldu) başlıklar bundan sonra daha kuralsız, daha sinir bozan, daha zincirbozan (türkiye'nin siyasi tarihine gönderme içeren blog iletisi)

2- göbek çıktı meydane, memeler desen zaten şahane!!! kilo yine olmuş mu sana 110? var mı fazlalık bi 20 kilo? vermek lazım mı bunları? 20/2=10 ay yaptı mı sana? ilk 4-5 kilo hızlı gitse 6-8 ay olsa daha mı iyi? aç mı dursam spor mu yapsam? ikisi birden mi? fırsat bu fırsat, dağa mı çıksam her gün ben?

3- önce kur'an dili, sonra osmanlıca ve nihayetinde de arapça ve farsça öğrenmek istiyorum. hatta kur'an hocası bile ayarladım, derslere başlıyorum. devamında gelsin orijinal metinlerinden arap/iran/osmanlı belgeleri...

4- tam 2 yıllık işsiz hayattan sıkılmadım da, göbeğin çıkmasına en büyük sebep hareketsizliğimin mimarı bu oldu. maaş almasam bile bi işe yamansam, tecrübe gösteririm cv falan yazacak olursam. ilk hedefim gazeteler. (radyo işi olmadı aga... sad smiley diycem ama ne fayda)

5- kapsamını (ve haliyle adını da) yazmak istemediğim (okuyup çalan olur allah etmesin) bir blog projem var. ancak kendi domaini falan olucak şekilli .com lu falan... beleşe site açmak kolay tabi, de mi ozan? eheree!! neyse, işin masrafları ve maliyetlerini hesaplarsam başlıycam, o zamana kadar para kazanmak istemiyorum. evet. belki hayatın anlamını bulmadım ama çok sıkı bir eğlence kapısı buldum gibi geliyor.

6- sabilikten beri amatör olaraktan oyun yazarlığı yapmış bir kimseyim, kendime yine amatör olarak da olsa bir ekibin içinde yer bulamıyorum ya, helal olsun yani bana... ilk iş bir mecra bulup yazacağım! blog yazılarımla da destekleyeceğim kendisini.

7- ozan'ın ricalarıyla giriştiğim bir iki blogda misafir sanatçı kimliğime ilaveten başka blog hevesim yok. ekşi sözlük yazarı da değilim, ona da meyletmedim. "sen şeydeki şey misin?" diye sormayın artık bana. (bu da nasıl bi kararsa... aldığım kararlar listesinde saydığım şeye bak)

bugün odun gelmedi ben de saçımı doğradım

iyice kafaya koymuştum aslında keçe olmaya yüz tutmuş saçları biraz canlandırmayı, annem hepten bastırınca "kalk gidelim" diye, bugün aniden kalkıp adapazarı'na gittik.

tümden kesmedim elbette, 20-25 cm kadar kısalttım alt tarafı. ama başka bir şekil aldı kafa. değişiklik.

kadınların stres altındayken neden kuaföre koştuklarını da anladım bu tecrübeden sonra. artık daha çok seviyorum kadınları.

seviyorum kadınları. (mevzuyu buraya bağlıycam diye canım çıktı, takdir edin)

2008 krizi hakkında düşündüklerim

bir ekonomist değilim, eğitimim/bilgim/ilgim de yeterli değil... açık maçık, kamu yönetimi öğrenimi görmekte olduğum için hani hiç değilse ucundan kulağından temasım var diye... eh, gazete de okumuyor değilim ya...

benim de bu krize ilişkin tespitlerim var. yorumlamak ya da eleştirmek isteyenler, mümkünse tamamen amatör hatta bırakın amatörü "kahve ağzı" seviyesinde bir entry olduğunu hiç akıldan çıkarmasın. "sayın öztürk" falan diye yorum yazmayın yani başlığa...

1- kriz finans sektöründe çıkmış hede. reel sektör (bakkaldan alınan ekmeğin, tarladaki buğdaydan mideye kadar geçirdiği süreç :p) dedikleri alanda etkisi kademe kademe artarak hissedilecek. yabancı piyasalarda henüz ortaya çıkmadan türkiye'de "teğet geçecek hamdolsun" demenin alemi yok, ancak finans açısından da öyle büyük bir çalkantı yaşamadık sanki henüz.

2- batan şirketler dev sermayeler. korkunç riskler almışlar. türkiye'ye yatırım yapan yabancılar için türkiye bir risk pazarı değil, adeta pazar araştırması denilebilir. parayı çekeceklerini tahmin etmiyorum. yabancı sermaye türkiye'den "kaçmaz" ama zararlarını telafi etmek isteyecekleri de kesin, "güvenli liman" şeysi bana inandırıcı gelmiyor.

3- türkiye'yi en çok etkileyecek olan yabancı kaynaklı maliyetler. özellikle de enerji. dolar fırlayınca petrol fiyatları düşse bile bizim üreticimize maliyet yükü getiriyor.

4- bu noktada, bizim hükümet abd gibi milyar dolarlık bir finans paketiyle piyasaları yatıştıracak konumda değil, o belli. buna ihtiyaç da yok. büyük işten çıkarmalar yaşanmaması için maliyetleri düşürecek önlemler alınmalı. mesela enerji fiyatları için radikal kararlar alınmalı.

5- bu kriz akp gibi oy satın alan partilere yarayacak. fakirin sobası yıllardır akp'nin kömür rüşveti ile yanıyordu, şimdi ocağı da akp tarafından yakılacak. bunun maliyetleri devlete fatura ettirilmemeli. yoksa akp kendi ayağına işemiş olur.

6- muhalefete yapacak hiç bir şey kalmadı. faiz dışı fazla tartışmalarından bile galibiyetle çıkan, tam bir politika cambazı olan akp'yi yıkacak bir muhalefet yok. bu yüzden bu kriz ortamında akp'nin büyük oy oranlarıyla yerel seçimlerden galip ayrılacağını tahmin ediyorum.

7- büyük buhran gibi bir aşırı işsizlik oluşur mu bilmem. oluşmasına daha var, onu biliyorum. iş o noktaya gelirse domino etkisi yaşanacağı kesin. henüz işin kokusu çıkmadı.

8- büyük buhran ne demek. kahve algısına tezat oluşturacak biçimde, aşırı enflasyon olmayacak. tam tersine deflasyon yaşanacak. ancak üretim/tüketim her şey duracak. benim tahminim işin o kadar büyümeyeceği. ama "enjoy kapitalizm" çılgınlığının da "tarihin sonu" saçmalığının da yanlış olduğu anlaşıldı.

9- gaza gelmeyin! işler düze çıkacak. çıkınca her şey eski tas eski hamam gidecek. kapitalizm dediğimiz şey bir insan gerçeğidir. ne kadar vahşice olduğuna göre toplumdaki kapitalizm algısı değişir. babil/fenike koloni ekonomisinden beri, yani 3500 senedir farklı biçimlerde geçerli olan bir sistem kapitalizm.

10- maden, bilhassa ağır metal sektörleri asla önem kaybetmez. bunlar krizden olumlu bile etkilenebilir. yatırım yapacaklara ya da iş arayanlara tavsiye olunur. madencilik de 3500 senedir önemi azalmayan bir iş koludur. işin temelinde maden cevherlerinin kimyasal özellikleri yatıyor ve bildiğim kadarıyla bu kimyasal özellikleri de 4,5 milyar senedir hiç değişmedi (u: smiley was, is and will always be here)

tekrar hatırlatıyorum, bu görüşlerim tamamen farazi. yanlış da olabilir, saçma da. yorum yazanlar insaflı olsunlar.

22 Kasım 2008

fallout oynadım

fallout serisi fallout 3 ile devam ediyor.

wasteland ile başlayan ve fallout etiketiyle devam eden seride, rpg öğeleri bu kez fps/aksiyon öğeleri ile harmanlanmış, bol öğeli bir oyun ortaya çıkmış. headshot ile vurup düşürdüğümüz rakiplerimiz western filmlerdeki gibi havada takla atarak ölüyorlar... ilginç.

detaylı yorum/analiz/eleştri/inceleme yazarım, neticede fallout fan deyince ben varım. üstelik de 10 senelik oyun yazarıyım. işim bu.

şimdilik bir count down list yapıyorum:

fallout 3 mutlaka oynamanız için sebepler:
1- hikaye devam ediyor. daha ne olsun
2- üçün beşin hesabını yapmam ama üç boyutlu fallout evreni çok dadlu
3- oblivion dinamiği birerbir fallout'a aktraılmış
4- dogmeat! supermutant!
5- süpppper seslendirmeler... artık daha çoklar... havaya sokuyorlar
6- günümüz ahlak sistemiyle dalgasını sağlam geçiyor

fallout 3 gibi bir oyuna yakışmayan hareketler:
1- role play tadı eksik, olay aksiyona dönmüş
2- görev sistemi basitleşmiş
3- öykü/kurgu ya da olay örgüsü denen şeyden eser yok
4- oyun headshot endeksli olmuş
5- oyun alanı çok küçük
6- 50'lerin soğuk savaş paranoyasına göndermeler yüzeysel

18 Kasım 2008

bir yaratıcı insan neden bu romanları oyun yapmaz

1- taras bulba
görkemli savaş atmosferi, hastalıklı şiddet tasvirleri, insanı şaşırtan karakterler ve duygudaşlık kurmakta güçlük çekilecek, içine girmesi zor bir hikaye... tolstoy'un bu klasiğinden süpper bir rts, rpg ya da fps çıkarmak mümkün. gelişen rus yazılım sektörü yakında buna elini atabilir

2- semerkant
ortaçağ'ın mezopotamyası ile yakınçağ'ın amerikası arasında süregiden, alparslan'ın anadolu fethi, alamut kalesi fedaileri ve hayyam'ı hem arkaplan hem de ana karakter olarak kullanan bir roman, neden bir oyun olmasın... gayet elverişli değil mi bir adventure olmaya?

3- amat
fantastik öğelerin, felsefe ve mitolojinin, akla gelen bin bir türlü hayal ürünü nesnenin bir araya geldiği muazzam romanın, denizci/korsan oyunlarına harika bir arkaplan oluşturacağı muhakkak... sürpriz sonu ve eğlenceli hikayesi ile harika bir proje ortaya çıkabilir. bu olayı gerçekleştirecek yerli yapımcı olmaz mı? (olur mu?)

4- benim adım kırmızı
nobelli orhan abinin romanı, içerdiği bir çok katmandan sadece polisiye öğeleri kullanılarak bile bir değil en az iki oyun çıkarılabilecek yoğunlukta bir eser. böylelikle kitap okumaz, siyasi tavrı nedeniyle afaroz edildiğinden dolayı da orhan'dan tiksinir konumdaki türk genci belki bu mecra ile de tanışır (iyimserlikte bir numara)

5- ninatta'nın bileziği
her devrin filmi/oyunu var da maden devrinin bir dönem filmi/oyunu yok. oysa o dönem için yazılmış bir çok kitap var. ahmet ümit'in döneme ait hitit edebiyatının biçemini yansıtmaya gayret ettiği ve tarihi gerçeklere uygun olarak kurguladığı romanı/öyküsü, çok hüzünlü bir oyuna ev sahipliği yapsa da piksellerimiz biraz da gerçekçi antik çağ oyunu görse...

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası