26 Haziran 2011

Gücü reddederek güçlenmek #1

Haklarınız mı gaspediliyor? Yalnız değilsiniz. Yazılı tarihin bildirdiği kadarıyla insanlığın en büyük ızdırabı hakkın güç ile ilişkili olarak tanımlanmasıdır. Şu kadarı açık ki, 19. asırda başlayan "İnsan hakları" ya da onun arkaik temeli olan "Hümanizm" düşüncesi bile gücün hak üstündeki tahakkümünü kıramadı.

Hala insanlar hak ihlallerine karşı mücadele etmeye çalışıyor ve bir çok kurumdan yardım arıyor. Ama onları üzecek bir haberim var: Örgütlü toplum denen zırvalık da aslında tahakkümün temize çekilmesi, zalimin elinin temizlenmesinden başka bir şey değil.

Hiç bir sendika sizin haklarınızı koruyamaz. Hiç bir siyasi parti özgürlüklerinizi size iade edemez. Hiç bir toplumsal dayanışma örgütü kendinizi gerçekleştirmenize yardım edemez. Hiç bir devlet kurumu da korumaz sizi.

Hatta başta devlet ve şirketler bürokrasisi olmak üzere bütün kurumlar; sendikalar, partiler ve sivil toplum örgütleri de sizi yolmaya ve sömürmeye uğraşır. Hepsi bunu reddeder ama son tahlilde yaptıkları budur.

Bu dünyada kurulan hiç bir mahkemenin size hakkınız verme gücü yoktur. Mahkemeler de ipleri egemenlerin elindeki bir "Meşruiyet kazandırma sahnesi" olmuştur ve dünyevi muhakeme yeteneklerini iktidarın tahakkümüne kurban etmişlerdir.

Uhrevi muhakeme meselesiyse vicdani olmaktan ibarettir: Kanıtlara bakılacak olursa tecelli etmesini beklediğimiz ilahi adalet 15 asır kadar gecikmiş gibidir. Mantık bize ilahi adalete güvenmememizi söylüyor. Buna rağmen vicdanınızın sesini dinleyip gökten inecek bir kurtarıcının sizi dertlerinize karşı olan savaşta destekleyeceğine inancınızı sürdürmek istiyorsanız, siz bilirsiniz.

Bizimse yapacak işlerimizi var. Madem bu düzeni gücün hakla paralel gideceği koşullar çerçevesinde kurdular... O halde bugünkü haksızlığımızdan kurtulmak için önce güçsüzlüğümüzden kurtulmayla başlayacağız işe...

Sonrası kendiliğinden gelecektir zaten.

Kendimden Alıntılar #2: Hayat telaşından ıskaladıklarımız

Bu ıslığı çalamıyorum! O topa giremiyorum artık! Zevkle tırmanıp çıktım camdan tahtıma. Nereden bilirdim kırılmasın diye inmeye bile cesaret edemeyeceğimi.

Hayatın sıkıntı veren yanlarıyla mutluluk veren yanlarını farklı kefelere koysak (ve tabi üçüncü kefeyi görmezden gelirsek) {via Adıyla müsemma} gayet huzurlu bir "dengesizlik" kurduğumun farkındayım. Dünyada bir yerlerde, kendilerine nasihat verilmeden doğru yolu bulamayacak bir yığın insan olduğunu gayet iyi biliyordum, mesele onlarla muhatap olmak istememekti. Şimdi nedense, twit yaza yaza fil dişi kuleden nasihatler dağıtan iki yüzlü amcalar gibi oldum. Ama eğer iki yüzüm olsaydı, şu da bir gerçek ki, neden ikincisini kullanmayacakmışım?!

Hayat telaşına kapılmışlığım falan yok! Hiç bir şeyi ıskalamıyorum. Öte yandan siz belki de yeğeninizin üniversite sınavı heyecanını, komşunuzun bebeğinin ilk adımlarını, bahçede yumurtlayan serçeleri; karşı dağa yağan bahar yağmurlarını, rüzgarda savrulan meyve ağacı dallarını falan ıskalamış olabilirsiniz. Ama şunu bilin; her sabah belediye işçileri güne ortalık aydınlanmadan başlıyor ve siz ıskalayın diye gerçek hayatın ta kendisi olan kurumuş yaprakları, kaldırım kenarındaki çöpleri, yolda arabanın altında kalmış kedi leşlerini itinayla toplayıp yok ediyorlar.

Kendi hayatınızı kaybettiğinizde çok şey kaybeceğinizi sanmanız da bundan işte. Çürüyüp toprağa karıştığınızda oysa, aslında hiç bir şeye sahip olmadığınızı anlayacaksınız. Dingin hayatımı görüp "Şimdi seni daha iyi anlıyorum" diyen arkadaşlarım gibi.

Ne yani!! Buraları bırakıp insan içine mi çıkayım?! Yok canım, daha neler :)

03 Haziran 2011

Kendimden alıntılar #1: Askerlik biterken

- MicroBlog sıkıntısı çekiyorum. Kepin emdiğini söylemiş miydim? Farklı okazyonlar vasıtasıyla farklı kişilere muhakkak söylemişimdir de, blogda da bir kez daha yinelemek lazım, kep emiyor. (Hatta bunu bir blogpost ile sabitlemek lazım! Lazım!!!) Neyse, kep emdiği için az yazıyorum diye blogspotu bıraksam mı dedim. Ama microblog olarak Twitter çok mikro kalıyor, wordpress de aşırı blog olduğuna göre... (ve blogspot da iyiden iyiye ağırlaştığından) "Acaba thumblr mı denesem?" dedim. Sonra da boşverdim. (Bu konuyu da kepin etkisi geçtiğinde ayrıca irdelerim ama) Microblog nedir arkadaş? Tamam thumblr çok güzel bir görsellik sunuyor da, internette gördüğün fotoğrafları paylaşmaktan ibaret bir mecra halini aldı. Facebook duvarı gibi. Bilgi çöplüğü Version 7.0!

- Kafamı toplayıp okuyamadığımı fark ettim. Evi hafif polisiyelerle doldurdum. Yeniden toparlanana ve kepin etkisi geçene kadar onlarla idare ederim. (Nereden baksan 20 polisiye... 2 ay desen, ayda 10 kitaptan haftada 2,5 eder. Eski okuma hızımın yarısından fazla. Demek ki bu antremandan sonra eski hızımı ikiye katlarsam eder mi sana 40!)

- Razer'ın Starcraft 2 faresi Spectre'den istiyorum. (via Razerzone) Bunun için bağış kabul etmeye bile hazırım. Parasını çıkarmak için bir promosyon projesi falan yürütebilirim sanırım. Yaratıcılık sonsuz nasıl olsa... Kafamdaki öykülerden birini, üşenmeyip yazıp, e-book yaparım. İndirenlerden de "gönlünüzden ne koparsa" diyerek para toplarsam... 2-3 ayda toplarım farenin parasını. O zaman görün siz APM'yi. (via TeamLiquid)

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası