20 Şubat 2015

Oğlanla kız

- Bana karşı mı yaptın bu işi?
- Ne kadar saldırgan bir soru. Bunu düşünmene sebep olmak bile şaşırtıyor beni. Bazen dile getirilmemiş sözler vermez miyiz birbirimize? Ben de, daha en başında, seninle aynı tarafta olacağıma söz vermiştim.
- Ama bunu hatırlatman kadar saldırgan değildi benim sana o soruyu sormam!
- Belki de haklısındır; belki seni çepeçevre sarıp kuşatan, mevcudiyetini tahakküme alan bir cevap oldu.
- Bir cevap vermedin ki bana. Benim sana saldırdığımı düşünürek misilleme yaptın sadece!
- Olabilir; ilk günden itibaren birbirimize azar azar incitiyor, azar azar yıpratıyor bile olabiliriz. Ama bu, ikimizin de taraf değiştirebileceği anlamına gelmez, gelmemeli.
- Taraftan söz etmek ne kadar da yersiz. Üstelik sana taraf değiştirdiğini kastetmeksizin sormuştum, bana karşı olup olmadığını.
- Nasıl olabilirim? Nasıl sana karşı olabilirim? Ben seninle aynı tarafta olmaktan işte bunun için söz ettim! Bir seromoni, bir tören edasıyla olmak zorunda değil her şey, ama bir şekilde, asla sana karşı olamayacağım anlamına gelmeli seni sevmem.
- Peki beni üzeceğini bile bile, benim hayattaki durumuma karşı olan bir tutum içine girmenin; taraf değiştirmekten başka ne anlamı olabilir?
- Sana olan sevgimden şüphe edemeyeceğime göre... Olsa olsa, kendime sadakattir bu!
- Sevmekten söz eden birisi için sadakatini sevdiğine değil de kendine gösteren, bencil bir tavır takınmanın arkasındaki çelişkiyi sadece ben mi görüyorum acaba?
- Asla, sana "karşı" tavır almadığımı kabul etmeye istekliysen, şunu da aklından çıkarma: Kendime olan sadakatimi örselediğim müddetçe bir başkasına da sadık olmaya devam edemem! Sırf seni sevdiğim, sırf senden tarafa olduğum ve sırf sana sadık kalabilmeyi istediğim için... Sadece bu niyetle, kendime sadık kaldım işte.
- Sadece söz bunlar; fedakarlık içermeyen bir sevginin içindeki sadakatin mahiyetinden şüphe etmekte haksız değilim.
- Bir şüphen varsa eğer, ve bu şüphen sadakattense, yaptığımın tam tersini yapsaydım olabilecekleri düşün önce. İpimi ondan sonra çek.
- Niyetim ipini çekmek olsaydı, inan bana, sadakatinden de sevginden de söz etmene müsade etmezdim. Ama kendi kendisiyle bu kadar dolu olan birinin sevgisini yüklenmenin erdemini de sorguluyorum artık sayende...
- Ne mutlu bana, sevginin bir başka türünü gösterebildim sana. Ve ne mutlu sana, acı çekerek de sevebilmeyi tecrübe ettin sen de.
- Bu tecrübe bir "sevmeye" mâl olsa bile mi?
- Pişman mısın yani beni sevdiğine?
- Belki, bana karşı daha özverili olmadığın için pişmanımdır.
- Yani sevgimize, "benim yapmadığımı" düşündüğün bir şeyden pişmanlık duyduğun için mi şüpheyle bakıyorsun?
- Kendi yaptığım bir şeyden pişmanlık duymaktan daha iyidir; senin yapmadığın bir şeyden pişmanlık duymak!

devam edecek...

15 Şubat 2015

Blog haftasonu tefekkürü

Bloglar Cumhuriyeti'nde yeni bir gün. İfade özgürlüğünün damarlarımızdan taştığı, rögar kapaklarını çatlatıp telefon hatlarını kilitlediği bir çağda yaşıyoruz (!!!) Bütün organizasyonlar, artık her türlü sosyal medya mecrasında olmak adına birer blog/tumble açmışlar... NBA'den idefix.com'a kadar herkesin bir blogu var. Bunu kendime (ve size de) not olarak yazıyorum: Blog artık meşru bir mecra olma konusunda rüştünü ispatlamak üzere.

Ama herşeye rağmen kişisel bir alan olmaktan öteye henüz gidemedi blog. Belki de görüşlerin birikimli çoğalmasını kolaylaştırdığı içindir; günümüzde "kolektif" mecralar daha çok iş görmeye devam ediyor. Türkçe'de çok kuvvetli bir "ekşisözlük ve klonları" hareketi var, İngilizce'de bunun en sofistike örneğiyse (benim bildiğim kadarıyla) reddit.com. Ayrıca Web 2.0'ın en etkili iki mecrası hala "forum" ve "wiki" olmaya devam ediyor; bununla birlikte wikilerin ülkemizdeki bilinirliği Wikipedia ile sınırlı ve Türkçe Viki sayfası (her türlü iyi niyetli çabaya rağmen) aşırı cılız.

21. asrın ikinci onyılının ilk yarısını arkamızda bırakırken varıp geldiğimiz noktanın, internet medyası açısından ilk ayağı kısaca bu. Geniş kullanıcı havuzuna rağmen "elegant" bir içeriğin üretilemediği sosyal medya sitelerini zaten konu dışı bırakıyorum zira twitter ve facebook dediğimiz şeyler "menemen fotoğrafı paylaşma ağı" olmaktan öteye gitme çabasında değil.

Bu özeti takiben; blogun ne kadar yetersiz kaldığını anlatmak için kılı kırk yaran analizler, detaylara boğulmuş tahliller yapmaya gerek yok. Blogun güdüklüğüne bir neden, yukarıda değindiğim kişisellikse, diğer neden (bence) odak eksikliği, ya da blog odağının yönetilmesi konusundaki profesyonel yönlendirmenin yetersizliği. Günümüzde; bir kaç başarılı blog haricinde; sadece kişisel bloglar değil tematik ve kolektif hazırlananlar da dahil olmak üzere; Türkçe bloglar arasında nitelikli bir içerik üretebilen, devamlılk arzeden ve ufuk açıcı bir üslubu benimsemiş örneğe rastlamak kolay değil. Başarılı olanların ortak noktasınıysa, ben, basın ve yayın dünyasındaki profesyonellerin elinden çıkmış editöryel tutum olarak görüyorum (Tabiidir ki bu kanaatimi pekiştirecek nitel ve nicel gözlemler falan yapmış değilim, sadece bir zândır bu ve bir övgü olduğunu da düşündüğüm için "hüsnüzândır" aynı zamanda).

Tek tek blogları inceleyecek yerimiz ve zamanımız yok hiç birimizin sanırım; blog denizi okyanuslardan daha büyük. Yalnız, kimin elinden çıkıyor olursa olsun blogların tamamında görülen öznel üslup ve gayriresmi lisan özelliklerini, asrımızın "entelektüel biyopsikososyal çevresinin" bir ayırt edici özelliği olarak kabul etmekte fayda olacağına inanıyorum. Sadece bugünün değil geleceğin araştırmacıları da blogları okurken bu düşünceyi zihinlerinin arkaplanında tutarsa, bazı şeyleri gözden kaçırmamak adına temkinli bir tavır takınmış olurlar diye düşünüyorum.

Bu çok kısa, hatta özet bile olamayacak kadar kısa değerlendirmeden hareketle asıl varmak istediğim noktayı da (el yordamıyla bile olsa) seçebilir hale geldiğimize inanıyorum. Sanırım, her ne kadar yeni nesil medya mecralarına her gün bir yenisi ekleniyor olsa da, henüz blog yazarlığının sınırlarını tam olarak görebilmiş ve anlayabilmiş değiliz. En mükellef blogların bile güdük kaldıkları, içeriklerini tatminkar bir hale getirmek için geleneksel/konvansiyonel medya tekniklerine sıklıkla başvurdukları, ayrıca deneysel çalışmalarda bulunanların bile mevcut yazın tarzlarına karşı devrimci bir tutumdan çok reformcu bir sempatiyle yaklaştıkları da düşünülecek olursa, bu sınırları tespit etmek konusunda çok da yol alamadığımızı iddia etmek de mümkündür. Bana göre "blog ölmedi, daha yeni başlıyor" diyecek olursak, çok da yüksek perdeden eleştiri almayız.

Okuyuculara yönelik bir ricayla bu yazıyı (şimdilik) noktalamak istiyorum. İçine girdik ama çıkıp bitirdiğimiz sanılmasın diye belki de... Bu konuda görüş bildirmekten lütfen çekinmeyin! Daha önce açıkladığım üzere, kendi blog'umdan etkileşimli seçenekleri kaldırmıştım; yani görüşlerinizi blog altına yorum olarak yazmanız mümkün değil. Bunun için; ve konumuzun da hususiyetle bloglar olması sebebiyle; düşüncelerinizi kendi blogunuzda yazarak paylaşır, bu yazının link'ini kendi yazınıza ekler ve kendi yazınızın linkini de bir e-posta aracılığıyla bana bildirseniz, bloglar hakkında bloglar aracılığıyla görüş alışverişi yapmış olmamız da mümkün olur.

İlk bakışta çok entel/derin/feylesofik...miş gibi görünen ama okudukça feylesofik değil de "sikimsonik" olduğunu anladığınız halde sonuna kadar yılmadan okuyarak geldiğiniz bu tuhaf yazıyı da böylece bitiriyorum. Ama dediğim gibi, konuyu da kapanmamış sayarak...

07 Şubat 2015

10 adımda aşkı bulun

Birilerini beklerken vakit geçirmenizi kolaylaştırmak üzere dev gibi bir endüstri kurulu. Bu önceden saçmasapan dergilerdi, şimdiyse onların tamamından daha saçmasapan sosyal paylaşım siteleri aynı fonksiyonu üsleniyor.

Bu mecralarda en çok ilgi uyandıran konular da duygusal konular oluyor. "10 adımda sevdiğiniz kadının gönlüne girin" gibi başlık, her zaman "Yeni Yerel Yönetimler Yasası ne getiriyor" başlığından daha çok ilgi çekiyor.

Pekiyi, bu başlığın arkasında ne var? Tıklayınca ne okuyorsunuz... Şöyle şeyler değil mi nihayetinde:
  1. Kendin ol, olduğun gibi ol!
  2. İlk maddedeki tavsiye nasıl sonuçlandı? Fiyasko mu? Tahmin etmiştim. Onun için 10 tane şey yazdık buraya... Okumaya devam
  3. İlgi duyduğunuz kızın sevgilisi, nişanlısı ya da kocası mı var? Bu durumda bazı sorulara samimi cevaplar vermeniz gerekebilir. Sizden daha başaralı mı? Sizden daha yakışıklı mı? Daha uzun? Daha zengin? Eğer kızın yerinde olsaydınız, sizinle mi birlikte olmak isterdiniz yoksa o adamla mı? Eğer kendi yerinizde olsaydınız, sizinle mi birlikte olmak isterdiniz yoksa o adamla mı? Nonoş musunuz? Hafif bi kıllandım senden ben!
  4. Kendinizi öne çıkaran, sizi ahalinin geri kalanından ayıran yanlarınızı bulup ortaya serin. Yalnız burada kast ettiğim, haliniz tavrınız, en olmadı "tarzınız"; yoksa alnınızdaki penis şeklindeki doğum lekesi ya da sol ayağınızın 2 tane baş parmağı olması işe yaramayabilir
  5. İlgi duyduğunuz kızla masumane, küçük temaslar; mümkünse fiziksel temaslar kurmak için her fırsatı değerlendirin. Mesela koluna, omzuna falan dokunun, ya da hareket ederken size çarpabileceği kadar yakınında durmaya çalışın. Eğer benzeri bir çaba gösteriyor ve size temas etmekten kaçınmıyorsa, iyiye işaret! Eğer "cık cık" diyerek hemen metrobüsten indiyse, siz de bir durak sonra inip topuklayın. Çok pis dayak gelebilir, "Ford var beyler" diye odunu ver edebilirler belinize...
  6.  Kadınlar gizemli erkekleri sever. Sizi merak etmesini sağlayın. Uzaklara uzun ve boş gözlerle bakın, sık sık ortadan kaybolup "bir işim vardı" diyerek aniden dönün. Gizemin dozunu iyice arttırmak için facebook profilinizi kapatmak, telefonunuzun pilini çıkarıp tamamen ulaşılmaz olmak hatta başka bir şehre taşınmak da iyi bir seçenek olabilir.
  7. Onun yerine cesur olabileceğinizi ispatlayın, küçük kahramanlıklar yapmaya çalışın. Örneğin mahallenin bıçkınlarından, klasik "kıza asılma-sizin gelip durumu kurtarmanız" biçiminde bir mizansen hazırlamaları için yardım alın. Burada püf nokta, söz konusu mahallenin Ankara-Çinçin-Örnek Mahallesi olmamasına dikkat etmek!
  8. İlgi alanlarını öğrenip ortak faaliyetler ya da sohbet konuları yaratmak da hayli geçerli bir tavsiye. Bu konuda da sosyal internetten yararlanabilirsiniz. Twitter follow'ları ya da Facebook'taki like'larından ilgi alanlarını öğrenip, günlük konuşmalarda laf arasına katmaya çalışın. Örneğin; "Burcucum, Bülent Ortaçgil konserine biletim var gelir misin? Konserden sonra Bahse Girerim En Büyük Türk Atatürk Diyen 1 Milyon İnsan Bulabilirm! Kiraz Mevsimi de geçti ama bir ara Kedi Köpek Manyakları'nın arasına karışıp Kıvanç Tatlıtuğ Kenan İmirzalıoğlu, Tatlı Tarifleri WTF WTF AMK"
  9. Kadınlar duygu ve düşüncelerini anlatmayı çok sever; bunları paylaşabilecekleri iyi bir dinleyiciyle birlikte olmak isterler. Şehirdeki en iyi terapistlerin muayenehane numaralarını öğrenmek işinize yarayabilir. Profesyonellere şans verin!
  10. Hiç bir şeyi aceleye getirmeyin. Fazla hevesli ve istekli davranarak olduğunuzdan daha sabırsız görünmeyin. Kararlı ve sağlam, yavaş ama kendinden emin adımlar atın. Bu konuda beni örnek alabilirsiniz mesela... O kadar yavaş adımlar atıyorum ki, liseden beri kız arkadaşım olmadı. Bu hızla gidersem büyük ihtimalle 58 seneye kadar Karen Gillan ile nikah masasına oturabilirim.
Hayatınızdaki saçmasapanlıktan kurtulmak için ben size tek bir adım öneriyorum: Akıllı telefonunuzu atın çöpe gitsin. Akıl adama lazım, telefona değil!

Not: Yazıdaki saçmasapan kelimesi kasten bitişik yazılmıştır.

Bunu Okumadan Geçmeyin

Bana inanmıyorsun bari korsana da inanma

Bilişim güvenliği uzmanı falan değilim. Bilgisayar mühendisi ya da programcısı da değilim. Hatta matematiği CB ile, mantığı (beşinci alışımd...

Blogun Kare Ası